Orijinalini görmek için tıklayınız : Her İnsan Ölecek Yaştadır


Sayfa : [1] 2

puar
17.02.2005, 10:03
GÜL YAPRAĞI

Uzakdoğu'da bir budist tapınağı bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.
Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Birgün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.
Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki budist rahip kapıda duran yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu.
Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerideki budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

ergin
19.02.2005, 15:13
Bravo Akıncılar kardeşim,..bir hikayede benden;


2 Nci dünya savaşı,Alman nazileri Polonya'da bir direnişci köye saldırır.Herkesi meydana toplayarak kurşuna dizerler,çocuk,yaşlı,kadın ve genç ayrımı yapmazlar.Yalnız köyde yaşayan bir direnişçiyi ellerinden kaçırırlar.Nazi birliğinin komutanı askerlere emir vererek,kaçan kişinin sağ olarak yakalanmasını emreder.Askerler ormanda zorlanarak da olsa sonunda direnişciyi yakalayıp,komutanlarının önüne getirirler ve aralarında şöyle bir diyalog geçer;
Nazi subayı : ''Bizi epey uğraştırdın,seni birazdan zevkle kurşuna
dizdireceğim.''
Direnişci : ''Sizler insanlık düşmanısınız,başka bir şey beklemiyorum.''
Nazi subayı : ''yaa öylemi,sana bir soru soracağım,bilirsen serbest
kalacaksın.Benim gözlerimden birisi takma,yani camgöz.
Hangisi cam,hangisi gerçek gözüm?
Direnişci bir süre baktıktan sonra tereddüt etmeden der ki;
''Sol gözünüz cam olan''
Nazi subayı : ''Hayret !! bugüne kadar hiç kimse bilememişti,sen nasıl
bildin''?
Direnişçi : ''Cam olan sol gözünüz daha insancıl bakıyor da '' !!!




...ARSLANLARIN GERÇEK TARİHLERİ YAZILANA DEK,
AVCILIK ÖYKÜLERİ AVCILARI SÜREKLİ YÜCELTECEKTİR...

turgutkizgir
19.02.2005, 15:30
BİR AŞK HİKAYESİ

Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmış, dert içinde eve kapanmıştı.

Sokağa çıkmıyordu. Annesi... Bir de kendisi... O kadardı bütün hayati...

Bir gün fena halde bunaldı, dayanamadı, attı kendini sokağa. Bir yığın vitrinin önünden geçti. Tam bir CD satan dükkânı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu.

Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar. Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı iste...

İçeri girdi. Kız gülümseyerek koştu ona... "Size nasıl yardim edebilirim" diye...

Nasıl bir gülümsemeydi o... Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı. Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi. Rast gele bir plağı işaret ederek... "Evet. Su CD’ yi bana sarar misiniz?"

Kız CD’ yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı.

Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan...

Günler hep alınıp sardırılan CD' leble geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu.

Annesine açıldı sonunda... Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.

Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.

Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çakabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanana koydu gizlice. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan...

İki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. CD dükkânındaki tezgahtar kızdı arayan... Delikanlıyı istedi. Notunu yeni bulmuştu da. Anne ağlıyordu. "Duymadınız mı? dedi. "Dün kaybettik olgumu."

Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda .. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı.

İçinde bir CD vardı, bir de minik not .. "Merhaba. Sizi öyle tatlı buldum ki. Daha yakından tanımak istiyorum. Bir aksam birlikte çıkalım mı. Sevgiler. Jacelyn!."

Anne bir paketi daha açtı. Onda da bir CD ve bir not vardı. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık. Sevgiler. Jacelyn!"

Unutmayın. Düşündüğünüz şeyi mutlak söyleyin. Birini seviyorsanız, söyleyin ona. İçinizdekini söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona. Ve hemen söyleyin. Hemen!

Çünkü, doğru zamanı bekler ve "İşte simdi tam zamanı" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş. Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Hepsinden önemlisi, dostlarınıza, sevdiklerinize, ailenize hep yakın olun.

Çünkü bugünkü insan olmanızı onlar sağladı, sizi onlar şekillendirdiler. "Seni seviyorum" demekten sakin, ama sakin çekinmeyin, utanmayın, korkmayın!.

Yasamı yaşanmaya değer yapan şey sevgidir...

turgutkizgir
19.02.2005, 15:34
ANNELER

- Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
- Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

- Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

- Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni cani pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

- Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

- Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
götürürlerken bebek tekrar sorar.

- Allah’ım benim için yarattığın meleğin adi ne?

- Adinin önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin

CAGLAYAN
19.02.2005, 18:44
ANNELER

- Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
- Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

- Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

- Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni cani pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

- Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

- Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
götürürlerken bebek tekrar sorar.

- Allah’ım benim için yarattığın meleğin adi ne?

- Adinin önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin





Cok begendim.
yav Gardas nerden buldun bu güzel yaziyi Tüylerim diken diken oldu vallaha

deli_yigido
20.02.2005, 11:16
divrigi sivas ın pılot takımı olabılır mi?

Yildizeli
20.02.2005, 13:07
bu guzel yazilar icin herkese tesekkur ederim ellerinize saglik saygilar sevgiler hollandadan

puar
21.02.2005, 08:37
ANNELER

- Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
- Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

- Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

- Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni cani pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

- Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

- Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
götürürlerken bebek tekrar sorar.

- Allah’ım benim için yarattığın meleğin adi ne?

- Adinin önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin

eline sağlık gardas ibretlik bir yazı analara başımızın tacıdır...
yazılarının devamını beklerim.

puar
21.02.2005, 09:09
6kasım2002??

Çim sahaya çıkmanın
6-0 fark atmanın
Taraftarı ağlatmanın
Günahı varmıdır hocam

Kırmızı forma giyiyorsa
İstereyek geliyorsa
6 tane de yiyorsa
Günahı yoktur oğul

Burayı çok sevdiyse
Yine isterim dediyse
Kendi rızasıyla yediyse
Günahı varmıdır hocam

Öylece bakıyorsa
Şutları dışarı atıyorsa
Altıya razı oluyorsa
Günahı yoktur oğul

Topu ağlara gömmenin
Fileleri delmenin
Topu eline vermenin
Günahı varmıdır Hocam

Fatih Terim başındaysa
98 yaşındaysa
Daha yolun başındaysa
Günahı Yoktur oğul

6 Tane atmanın
Yarı sahada yatmanın
İönerdirip baktırmanın
Günahı varmıdır Hocam

Taktiğini kavradıysa
İleri geri oynadıysa
Hala ders almadıysa
Günahı yoktur oğul

puar
24.02.2005, 12:18
6kasım2002??

Çim sahaya çıkmanın
6-0 fark atmanın
Taraftarı ağlatmanın
Günahı varmıdır hocam

Kırmızı forma giyiyorsa
İstereyek geliyorsa
6 tane de yiyorsa
Günahı yoktur oğul

Burayı çok sevdiyse
Yine isterim dediyse
Kendi rızasıyla yediyse
Günahı varmıdır hocam

Öylece bakıyorsa
Şutları dışarı atıyorsa
Altıya razı oluyorsa
Günahı yoktur oğul

Topu ağlara gömmenin
Fileleri delmenin
Topu eline vermenin
Günahı varmıdır Hocam

Fatih Terim başındaysa
98 yaşındaysa
Daha yolun başındaysa
Günahı Yoktur oğul

6 Tane atmanın
Yarı sahada yatmanın
İönerdirip baktırmanın
Günahı varmıdır Hocam

Taktiğini kavradıysa
İleri geri oynadıysa
Hala ders almadıysa
Günahı yoktur oğul

:D ne şiir ama

puar
03.03.2005, 08:32
Geçmiş zaman olur ki

Kalamış’tan, Fenerbahçe’ye giderken yolun tam ortasında bir sakız ağacı vardır. Bu, tramvay yolunun bittiği yerdir. Yolun sağ tarafında, Belvü Gazinosu, sol tarafında da Münir Nurettin‘in kulübü vardı. Belvü bizim kuşağın en çok ilgilendiği müzikli gazinodur. Aşağı yukarı buraya F.Bahçe’nin ve Türk futbolunun tanıdığı, sevdiği futbolcular ve onların arkadaşları gelirlerdi. Buralarda da sık sık Küçük Fikret (Kırcan), Kova Osman yine onun ekürisi Kavanoz Turgut, Arap İsmail, Tahta Bacak Mustafa yine Fenerbahçeli futbolculardan sağiç; Ayva Erol, Küçük Halil, Benzinci Kemal ve Hilmi kardeşler daha sayamayacağım kadar futbolcular ve gençler.
Özellikle Fenerbahçe Galatasaray maçlarından sonra burası müzikholden adeta tiyatro sahnesine dönerdi.sahneye Galatsaray’lı kaleci Osman’ı temsil eden kova sembol olarak çıkartılır, sahnede çeşitli espriler yapılır, herkes kahkahalarla gülerdi, eğlenirdi.
Münir Nurettin’in kulübü ise her gece onu sevenler ile dolup taşardı. Güftesi Behçet Kemal’in olan meşhur kalmış şarkısı ve Yahya Kemal’in “aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın" şarkısı, Fenerbahçe koyunu daha da romantik hale getirirdi. Belvü’nün önü, mehtaplı gecelerde sandallarla dolardı.
Bir taraftan mehtabın suda yaptığı yakamozlar, bir taraftan Münir Nurettin’in kadife yumuşaklığındaki sesi, insanları adeta kendinden geçirirdi."

Eyüp Bayrak
22.03.2005, 00:06
Ben beni bildim bileli ne ben beni buldu kendimde Ne de kendim beni buldu bende...

Eyüp Bayrak
22.03.2005, 00:09
SEN HAYATIMIN KUTUP YILDIZI OLDUN. NEREYE GIDERSEM GIDEYIM ISIGININ ALDTINDA SEVGINLE UYUDUM. DOGRU YOLU BULDUM.SENI SEVIYORUM ANNE.
SEN VARKEN BEN YOKTUM.SEN ACKEN BEN TOKTUM.SIMDI DE SONRA DA BASIMIN TACI ANNEM.SENI HEP SEVECEGIM BEN OLENE DEGIN.CANIM ANNEME.........

GuNaY
22.03.2005, 04:35
Musa Aleyhisselam bir gün:

"Ya Rabbı, Cennet'te benim komşum kim olacak, bana bildir de gidip onunla görüşeyim," dedi.

Musa Aleyhisselama şöyle vahiy geldi.
"Falan beldeye git! Orada·çarşının başında bir kasap dükkanı var.O dükkanın sahibi olan kasabı gör!
O veli bir kulumdur. Yalnız bilesin ki, onun çok önemli bir işi vardır. Çağırırsan gelmez.

İşte o senin cennetteki komşundur."
Musa Aleyhisselam hemen bildirilen yere gitti. Kasabı buldu ve ona:

"Ben sana misafir geldim", dedi. Kasap Musa Aleyhisselami tanımıyordu.
Ona "Hoş geldin" deyip bir kenara oturttu. Dükkandaki işi bitince de
Alıp evine götürdü. Evinin baş kösesine oturtup çok ikramda bulundu.

Musa Aleyhisselam, ev sahibini dikkatle takip ediyordu. Ev sahibi kasabın ocakta çömlek içinde, et pişirdiğini gördü. Et pişince çömlekteki eti küçük küçük parçalara ayırdı. Bunları bir tabağa koyup, bir kenara bırakti Sonra bir et parçası daha çıkartıp, onu da misafiri Musa

Aleyhisselam'a ikram ederek dedi ki: "Benim önemli bir işim var. Sen beni bekleme yemeğini ye"!

Sonra da yanından ayrıldı. Önemli bir isim var deyince, Musa Aleyhisselam,

önemli işi nedir diye merak etti ve gizlice kasabı takip etti.

Kasap Musa Aleyhisselam'in yanından ayrıldıktan sonra, yandaki odaya geçti.

Duvarda asılı duran büyük bir zembili indirdi. Zembilde çok ihtiyar, mecalsız bir kadın vardı. Kadına küçük küçük parçaladığı etleri yedirdi. Karnını güzelce doyurduktan sonra, altındaki kirlenmiş bezleri aldı yerine

temizlerini koydu. Sonra kirli bezleri yıkayıp astıktan sonra ellerini yıkayıp Musa Aleyhisselam'in yanına geldi, Daha yemeğe başlamadığını gören kasap sordu. "Niçin yemeğe başlamadınız"?

Musa Aleyhisselam "Sen bana zembildeki sırrı söylemedikçe birlokma bile yemem". Dedi.

"Mademki merak ettin anlatayım": Ey misafir, bu zembildeki benim yaşlı annemdir. Çok yaşlı olduğu için takatten düstü. Evde bakacak başka kimsem de yok. Evleneceğim, fakat hanımım annemi incitir, onu üzer diye evlenemiyorum. İşe gittiğimde herhangi bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu gördügün gibi bir zembile koydum. Her gün gelip iki ögün yemek yediriyorum.Diğer hizmetlerini de görüp gönül rahatlığıyla işime gidiyorum.

Bunun üzerine Musa Aleyhisselam dedi ki: "Ancak anlamadığım bir şey daha var. Sen annene yemek yedirip şu içirdikten sonra, dudaklarını kıpırdatıp birşeyler söyledi, sen de AMIN dedin. Annen ne söyledi ki

amin dedin? "

Annem, her hizmet edişimde "Allah seni Cennette Musa Aleyhisselam"a

komşu eylesin diye dua eder. Ben , hiç ihtimal vermediğim halde, bu güzel duaya amin derim. Ben kimim ki, O büyük Peygamberle komşuluk edebileyim. Onunla komşuluk edebilecek ne amelim var ki?

O zamana kadar kim olduğunu saklayan Musa Aleyhisselam, buyurdu ki:

"Ey Allahın sevgili kulu, ben Musa'yım. Beni sana Allah-u Tealâ gönderdi.

Annenin rızasını kazandığın için Cennet-ı Â'lâyi ve orada bana Komşu olmayı kazandın".

Kasap hemen kalkıp Musa Aleyhisselamın elini öptü ve sevinç içinde yemeğini yedi.

“ Allah-u Tealâ sizleri "ANNE” şefkatinden mahrum etmesin ve “ ANNE “ bedduasından uzak kılsın. "
BENDE ANNELER İÇİN BİSEY YAZMAK İSTEDİM!!! :)

GuNaY
22.03.2005, 04:38
Bir zamanlar mükemmel bir adam ve mükemmel bir
kadın karşılaşırlar. Mükemmel bir arkadaşlıktan sonra
mükemmel bir evlilik yaparlar.Tabii ki beraber geçirdikleri
hayat mükemmeldir.Karlı ve fırtınalı bir Yılbaşı gecesi
bu mükemmel çift mükemmel arabalarıyla (bir Grand Caravan)
virajli bir yolda ilerlerken yolun kenarında zor durumda olan
bir kişi farkettiler.Tabiki mükemmel bir çift olduklarından yardım
için durdular.Bir anda bu kişinin elinde oyuncak torbası
dolu olan Noel Baba olduğunu gördüler. Yılbaşı akşaı Noel
Babayı bekleyen çocukları hayal kırıklığına ugratmamak için ,
Noel Baba yı oyuncakları yükleyerek yola koyuldular.
Hava şartlarının çok kötü olmasından dolayı Noel Baba ve
Mükemmel çift kaza geçirdiler.İçlerinden biri kurtuldu.
Kurtulan kimdi? Mükemmel kadın. Çünkü dünyanın oluşumundan
beri tek mükemmel olan şey oydu. Herkes bilir ki ne Noel Baba
diye birisi ne de Mükemmel erkek yoktur. Bayanlar için e-mail
burada bitmiştir; erkekler okumaya devam edebilir.

Buradan anlaşılıyor ki Noel baba ve mükemmel erkek diye birşey
olmadığı için arabayı kullanan mükemmel kadındı. Bu da niye kaza
olduğunu çok açık anlatıyor. Bu arada eğer siz bir bayansanız ve
hala okumaya devam ediyorsanız bu da bir konuyu daha açığa çıkarır :
Bayanlar hiç söz dinlemezler
:lol: :lol: :lol:

GuNaY
22.03.2005, 04:40
Cennet;
Bir Amerikalı'nın maaşına
Bir İngiliz'in evine
Bir Çin yemeğine
Bir Alman'ın arabasına ve
Bir Türk hanıma sahip olmaktır.

Cehenem ise;
Bir Amerikan arabasına
Bir İngiliz hanıma
Bir Çin evine
Bir Alman yemeğine ve
Bir Türk'ün aldığı maaşa sahip olmaktır...
derler....

GuNaY
23.03.2005, 17:54
Bir universite profesoru oğrencilerine şu soruyu sorar;

-'Var olan herşeyi Tanrimi yaratti?'

Cesur bir ogrenci ayaga kalkar ve yanitlar.

-'Evet herseyi Tanri yaratti!'

Profesor sorusunu yineler ve ogrenci yine 'evet efendim ' diye yanitlar.

Profesor devam eder;

-'Eger herseyi yaratan Tanri ise ve seytan var olduguna gore seytani da Tanri yaratmis olur ve calismalarimizda uyguladigimiz 'Kesinlestirme' prensibine gore de Tanri şeytandir.Ögrenci boyle bir onerme karsisinda sasirir ve yerine oturur.Profesor ise ogrencilerine bir kez daha Tanri'nin icindeki kaderin bir efsane oldugunu kanitlamaktan oturu oldukca mutludur.Bu arada bir ogrenci ayaga kalkar ve

-Bir soru sorabilirmiyim profesor? der.Profesorde sorabilecegini soyler.

Ogrenci ayaga kalkar ve 'Soguk varmidir? diye sorar.

Profesor;

-'Nasil bir soru bu boyle,tabiki vardir ' diye yanitlar. 'Sen hic soguktan usumedinmi?'

Ogrenci ;

-'Aslinda, fizik yasalarina gore soguk yoktur. yasamda/realitede biz sogugu Sıcakligin yoklugu olarak düşünürüz.Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir sekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler.Ornegin,Absolute 0 (-460 derece F) sicakligin kesin yoklugudur (hic olmadigi seviyedir).Tum maddelerin bu seviyede reaksiyon verme ozellikleri bozulur ve degisir.Soguk yoktur,o yalnizca sicakligin yoklugunda duyumsadiklarimizi tarif etmek icin yarattigimiz bir kelimedir' der ve devam eder,

- Profesor, karanlik varmidir? profesor ;

-'Tabiki vardir'. Ogrenci yanitlar,

-'Korkarim gene yaniliyorsunuz efendim.Cunku,Karanlik ta yoktur.Yasamda/realitede karanlik isigin yoklugudur.Biz isik uzerinde calisabiliriz ama karanligi calisamayiz.Gercekte,biz Newton'un prizmasini kullanarak beyaz isigi kirar ve renklerin cesitli dalga uzunluklari uzerinde calisabiliriz.Ama karanligi olcemeyiz.Bir basit isik isini karanlik bir mekani aydinlatarak karanligi kirmis olur yani karanligi gecersiz kilar. Siz belli bir mekanin/uzayin ne kadar karanlik oldugundan nasil emin olursunuz? Isigin miktarini olcersiniz! Bu dogrudur degilmi? Karanlik insanlik tarafindan , isigin olmadigi yer/mekan icin kullanilan bir kelimedir. Son olarak ogrenci profesore gene sorar;

-'Efendim seytan varmidir? Bu kez profesor pek emin olamamakla birlikte yanitlar;

-'Tabiki, acikladigim gibi, biz onu her gun ,her yerde onu goruruz.Seytan/kotuluk bir kisinin baska bir kisiye her gun sergiledigi insaniyetsizliginin bir ornegidir.O , dunyadaki islenmis tum suclarda,siddette yer alir.Bunlarin tumu seytanin kendisinden baska bir sey de degildir.' der.

Ogrenci devam eder;

-'Seytan yoktur efendim.Yani o kendi basina yoktur. Seytan basit olarak Tanrinin yoklugudur..O aynen karanlik ve soguk ta oldugu gibi insanin tanrinin yoklugunu tarif etmek uzere yarattigi bir kelimeden ibarettir.Tanri seytani yaratmadi. Seytan/kotuluk insanin tanrisal sevgiyi yureginde duyumsamadigi zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur.O aynen sicakliğin olmadigi yere gelen soguk ya da isigin olmadigi yere gelen karanlik gibidir.

Profesor yerine oturur. Genc ogrencinin adi ALBERT EINSTEIN'dir.

eyupsabri
13.04.2005, 19:46
GÖZLÜKLERİNİ BURNUNA ÇİVİLEDİ

Gözlüklerinin sürekli burnundan kayıp düşmesinden ya da kaybolmasından şikayetçi olan Amerikalı genç bir sanatçı kaybolmayan gözlük icat etti.
08 Nisan 2005 Cuma 14:58


Dallas'ta yaşayan 22 yaşındaki James Sooy, burun kemiğinin alnıyla birleştiği bölgede etinin içinden 2.5 santimetrelik metal bir çubuk geçirerek, gözlük camlarını bu çubuğun iki ucuna sabitledi. Hiçbir sarsıntıdan etkilenmediği için düşmeyen gözlük, istendiği takdirde birleşme yerlerinden tornavida yardımıyla çıkarılabiliyor.


100 DOLARA PAZARLAMAYI DÜŞÜNÜYOR


James Sooy bozuk gözlerini iyileştirmek için gereken ameliyatın kendisine pahalı geldiğini söyleyerek, kendi icadı olan 'sabit gözlükle' daha rahat çalıştığını belirtti.


Sooy şimdi bir arkadaşıyla birlikte açtıkları internet sitesinde buluşunun reklamını yapıyor ve patent almayı umut ediyor. Sooy ve arkadaşı Oliver Gilson haziran ayına kadar, fiyatı 75 ila 100 dolar arasında değişecek bir 'sabit gözlük' modeli piyasaya sürmeyi planlıyor.

ariffr58
13.04.2005, 20:49
Adam 3 ya$indaki kizini,gayet pahali bir hediyelik kaplama kagidini
ziyan ettigi içinazarlami$ti.Kûçûk kizi,koskoca bir paket altin yaldizli
kagdi,bir kutuyu egri bûgrû sarmak için kullanmi$ti.Yilba$i sabahi
kûçûk kizi,paketi getirip "bu senin babacigim" dediginde ûzûldû.
Acaba gereginden fazla mi tepki tepki gôstermi$ti kizina.Bir gece
evvel yaptigindan utandi.Ne var ki paketi açinca yeniden ôfkelendi,kutunun içi bo$tu.Kizina yine bagirdi:
"Birisine bir hediye verdiginde,kutunun içinde bir$ey olmasi lazim.
Bunu da mi bilmiyorsun kûçûk hanim?.."
Kûçûk kiz gôzlerinde ya$larla babasina bakti "O kutu bo$ degil ki
baba " dedi.. "içini ôpûcûklerimle doldurmu$tum!.."
Adam ôyle fena oldu ki..Ko$tu kizina sarildi,beraberce agladilar.
Adam o altin rekli kutuyu ômrûnûn sonuna kadar yataginin ba$ ucunda
sakladi.Ne zaman keyfi kaçsa,ne zaman morali bozulsa,ne zaman
kendini yalniz hissetse,kutuya ko$ar,içinden minik kizinin sevgi ile
doldurdugu hayali ôpûcûklerden birini çikarirdi.Aslinda bûtûn anne ve
babalara bôyle bir altin kutuyu çocuklari hiçbir kar$ilik beklemeden,sevgi
veôpûcûklerle doldurup vermi$lerdir.

kadir20
04.05.2005, 13:46
abi bunlar ne yaa valla uzun uzun mektup gibi yazmissin ellerinize saglik

ergin
07.06.2005, 18:11
Dağların gökyüzündeki hakimi KARTAL ile,Keskin görüşün ve süratin hakimi ŞAHİN bir yerde karşılaşıp,tanışırlar.Sohbet bitmek üzereyken;KARTAL,''Şahin kardeş,seni yarın öğle yemeğine davet ediyorum,yuvam,şu karlı dağların doruklarındaki sarp kayalıklardadır''Şahin,bu teklifi kabul eder ve ayrılırlar.

Ertesi günü,kartal sabah yuvadan ayrılarak konuğu için avlanmaya çıkar.Öğleye doğru bir tarla faresi,1 adet yılan ve 2 adet de karga yakalar ve yuvasına döner.Çok geçmeden aşağılardan şahin gelir,selam sabahtan sonra yemeğe otururlar.Şahin,şöyle bir yemeklere bakar ve kartala ayıp olmasın ve birde yemek yemeden geldiği için,zorluklada olsa yemeye çalışır.Bir sohbetten sonra,şahin teşekkür ederek müsaade ister ve derki;''Kartal kardeş,yarın öğleye bende seni davet ediyorum,benim yuvamda şu aşağıda ki ormanların ilerisinde ki gölün kenerısındaki fundalıklarda''

Sonraki gün sabah,güneşin cıvıltılı parlaklığıyla uyanan şahin,şöyle bir gerindikten sonra,öğlenki konuğu için yuvasından ayrılır.Gölün üzerine 1-2 pike yapar ve kocaman iki balık yakalar yuvaya bırakır.Yakında ki üzüm bağından kocaman üzüm salkımlarıyla beraber,2 adetde keklik avlar,yuvaya bırakır.Vakit öğleye yaklaşırken,yukarıdan vadiye doğru süzülen kartal,bir yandan gördüğü manzarayı seyreder ve bir yandanda yeşil ormanların güzelliğiyle adeta büyülenmişçesine şahin'in yuvasına iniş yapar.Yemekler yenir,Sohbetten sonra,kartal ömründe hiç tatmadığı lezzetler ve hiç görmediği manzara karşısında büyülenir,şahine teşekkür ederek ayrılırken derki ''Şahin kardeş,ben dağ yamaçlarında,kovuklarda ve izbe yerlerde yaşadığımı zannediyordum,yaşamıyormuşum meğer.130 Yıllık ömrümde böyle güzellikler göreceğimi hiç ummuyordum'' ve ayrılır...

ŞAHİNLERİN ORTALAMA ÖMÜRLERİ 50 YIL,KARTALLARIN ORTALAMA ÖMÜRLERİ 140 YILDIR...




...ARSLANLARIN GERÇEK TARİHLERİ YAZILANA DEK,
AVCILIK ÖYKÜLERİ AVCILARI SÜREKLİ YÜCELTECEKTİR...

5841
07.06.2005, 19:34
ANNELER

- Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
- Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

- Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

- Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni cani pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

- Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

- Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
götürürlerken bebek tekrar sorar.

- Allah’ım benim için yarattığın meleğin adi ne?

- Adinin önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin

COK GÜZEL,(ANALARIN HAKKI ÖDENMEZ)

puar
13.06.2005, 15:39
Dağların gökyüzündeki hakimi KARTAL ile,Keskin görüşün ve süratin hakimi ŞAHİN bir yerde karşılaşıp,tanışırlar.Sohbet bitmek üzereyken;KARTAL,''Şahin kardeş,seni yarın öğle yemeğine davet ediyorum,yuvam,şu karlı dağların doruklarındaki sarp kayalıklardadır''Şahin,bu teklifi kabul eder ve ayrılırlar.

Ertesi günü,kartal sabah yuvadan ayrılarak konuğu için avlanmaya çıkar.Öğleye doğru bir tarla faresi,1 adet yılan ve 2 adet de karga yakalar ve yuvasına döner.Çok geçmeden aşağılardan şahin gelir,selam sabahtan sonra yemeğe otururlar.Şahin,şöyle bir yemeklere bakar ve kartala ayıp olmasın ve birde yemek yemeden geldiği için,zorluklada olsa yemeye çalışır.Bir sohbetten sonra,şahin teşekkür ederek müsaade ister ve derki;''Kartal kardeş,yarın öğleye bende seni davet ediyorum,benim yuvamda şu aşağıda ki ormanların ilerisinde ki gölün kenerısındaki fundalıklarda''

Sonraki gün sabah,güneşin cıvıltılı parlaklığıyla uyanan şahin,şöyle bir gerindikten sonra,öğlenki konuğu için yuvasından ayrılır.Gölün üzerine 1-2 pike yapar ve kocaman iki balık yakalar yuvaya bırakır.Yakında ki üzüm bağından kocaman üzüm salkımlarıyla beraber,2 adetde keklik avlar,yuvaya bırakır.Vakit öğleye yaklaşırken,yukarıdan vadiye doğru süzülen kartal,bir yandan gördüğü manzarayı seyreder ve bir yandanda yeşil ormanların güzelliğiyle adeta büyülenmişçesine şahin'in yuvasına iniş yapar.Yemekler yenir,Sohbetten sonra,kartal ömründe hiç tatmadığı lezzetler ve hiç görmediği manzara karşısında büyülenir,şahine teşekkür ederek ayrılırken derki ''Şahin kardeş,ben dağ yamaçlarında,kovuklarda ve izbe yerlerde yaşadığımı zannediyordum,yaşamıyormuşum meğer.130 Yıllık ömrümde böyle güzellikler göreceğimi hiç ummuyordum'' ve ayrılır...

ŞAHİNLERİN ORTALAMA ÖMÜRLERİ 50 YIL,KARTALLARIN ORTALAMA ÖMÜRLERİ 140 YILDIR...




...ARSLANLARIN GERÇEK TARİHLERİ YAZILANA DEK,
AVCILIK ÖYKÜLERİ AVCILARI SÜREKLİ YÜCELTECEKTİR...



:arrow: :lol:

puar
13.06.2005, 15:43
her zamanki gibi nete girdim zaman ilk sivasspor.com sonrada fanatik sitesine girdim hemen sivasspor ile haber varmı diye baktım 2lig linkini tılayarak ne görüğm bir tane haber yok....şşırdım neden diye orum kendime birazda sinirle...e unutmuşum bizi o sayfadan aldıklarını süper lig linkinmde oldumuzu :D

CÜSSKB-Aynur
28.06.2005, 10:42
Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kim bu?
Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh'dır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh ı yanına çağırır ve; '' Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir.Şunu rica etsemde en azından Peygamber efendimizinki
gibi kısaltsan'' der. ve eliylede boyun alt hizasını gösterir.
Şıh; '' Emrin olur paşam'' diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer bir akşam Atatürk Amasya daki Şıh ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle
birlikte Şıh ın sakal boyunda en küçük bir kısaltma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valisine Tebliğ etmesini ister. Ertesi gün bir haber gelir ki Şıh efendi Ata yı görmek üzere Ankara ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir traşolunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafeti baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünmüştür.Atatürk ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata ya sorarlar; ''Aman paşam, o Şıhki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettinizden kökünden kesilmesini sağladınız?'' Ata gülümser, sonrada yanındakilere dönüp; '' Dün akşam Amasya valiliği ne bir yazı gönderdim
ve Şıh ı Afyon a Vali atadığımı bildirdim.'' der. Ardındanda yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı Şıh a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır; ''İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim.Valilik meselesine gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikilemde bırakmayalım. kal sağlıcakla....

LütfiÜnal
28.06.2005, 10:57
Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kim bu?
Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh'dır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh ı yanına çağırır ve; '' Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir.Şunu rica etsemde en azından Peygamber efendimizinki
gibi kısaltsan'' der. ve eliylede boyun alt hizasını gösterir.
Şıh; '' Emrin olur paşam'' diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer bir akşam Atatürk Amasya daki Şıh ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle
birlikte Şıh ın sakal boyunda en küçük bir kısaltma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valisine Tebliğ etmesini ister. Ertesi gün bir haber gelir ki Şıh efendi Ata yı görmek üzere Ankara ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir traşolunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafeti baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünmüştür.Atatürk ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata ya sorarlar; ''Aman paşam, o Şıhki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettinizden kökünden kesilmesini sağladınız?'' Ata gülümser, sonrada yanındakilere dönüp; '' Dün akşam Amasya valiliği ne bir yazı gönderdim
ve Şıh ı Afyon a Vali atadığımı bildirdim.'' der. Ardındanda yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı Şıh a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır; ''İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim.Valilik meselesine gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikilemde bırakmayalım. kal sağlıcakla....
TESEKKÜRLER NILAY HANIM GERCEKTEN COK MANALI BIR OLAY.
BUGÜNKÜ SIYASI ORTAMI TAKIP EDERKEN KENDI KENDIME SORUYORUM:ACABA TÜRKIYEDE BÜTÜN MESELELER HALLOLDUDA SADECE KISITLANAN TÜRBAN OLAYIMIKI IKTIDAR HEP BUNUNLA UGRASIYOR,MUHALEFETTE TUTTURMUS ZORUNLU DIN DERSI KALKSIN.MEMLEKETTE SIRADAN VATANDASLAR DEGIL. MEMURLARIN,POLISLERIN,ÖGRETRIM GÖREVLILERININ DOKTORLARIN VE DAHA SAYAMAYACAGIM DALLARDA YETKI ALANLARI KISITLANIYOR.
TÜRKIYE ÜZERINDE TEZGAHLAR DÖNÜYOR BIZDE BIR TÜRBAN VE DIN EGITIMI ETRAFINDA DOLANIYORUZ.
ATATÜRKÜN YOKLUGUNU BUGÜNLERDE DAHA COK ANLIYOR IKTIDAR VE MUHALEFETIN HER DEFASINDA ATATÜRK DEVRIM VE ILKELERINI SAVUNUP,MAALESEF DEVRIM VE ILKELERIN ICERIGINI BILMEDIKLERINI GÖRÜP ÜZÜLÜYORUM:

CÜSSKB-Aynur
28.06.2005, 14:00
Mevlana, müridlerinden biriyle giderken, birkaç köpegin sarmas dolas
uyuduklarini görür.Müridi: güzel bir kardeslik örnegi der. keske
insanlarda bunlardan ibret alsa.
Mevlana, tebessüm ederek karsilik verir.
"Aralarina bir kemik ativer de gör kardesliklerini..."

puar
28.06.2005, 14:05
Mevlana, müridlerinden biriyle giderken, birkaç köpegin sarmas dolas
uyuduklarini görür.Müridi: güzel bir kardeslik örnegi der. keske
insanlarda bunlardan ibret alsa.
Mevlana, tebessüm ederek karsilik verir.
"Aralarina bir kemik ativer de gör kardesliklerini..."


:roll: acı ve gerçek

puar
28.06.2005, 14:20
Bu gerçeği; "Hayatımızı meydana getiren herşey ruhumuz tarafından idrak edilen bir algılar bütünüdür. Dünyamızı ve bütün varlığımızı anlamlı kılan şeyleri, kişileri, mekanları, olayları tıpkı bir rüya gibi, sadece görüntü olarak beynimizde algılayabiliriz, asılları ile muhatap olamayız" şeklinde özetlemek mümkündür. Samimi ve önyargısız bakan, derin düşünen bir insan kendisine bu konu anlatıldığında, bu büyük gerçeği kolay bir şekilde, kısa sürede kavramakta ve hayata geçirmektedir.

Ancak, alışkanlıkların, küçüklükten itibaren öğretilen bilgilerin oluşturduğu önyargıların ve çevrenin negatif yönde verdiği telkinlerin etkisinde kalmışolan okuyucular olması da muhtemeldir. Bunu düşünerek, bu kitabı çeşitli soruları olan üç okuyucuyla yapılan bir sohbet tarzında düzenledik. Böylece okuyucuların anlamakta veya kabul etmekte zorlandığı aşamalar, günlük hayatta karşlaştığımız çeşitli olaylardan alınan güncel örneklerle açıklanmışoldu. Okuyucular bu şekilde evde, işte, okulda, televizyon karşsında, kısaca hayatın her aşamasında, öğrendiklerini daha kolay düşünme ve uygulama imkanı bulacaklardır.

Her okuyucunun aklına takılan olası soruları da kapsayan bu konuşmada, her insan için yaşamın Allah tarafından ruhuna izlettirilen bir algılar bütünü olması, yaşadığımız hayatın bir nevi rüya gibi yaşanması, algılardan oluşan bu hayatın amacı gibi konulardaki sorulara cevaplar verilecek, gerçeği öğrenmek isteyen okuyucular bu konuda aradıkları cevapları bulacaklardır.

Gerçeklere samimi ve önyargısız olarak yaklaşan birçok kişinin yanında, gerçeği anladıkları, bildikleri halde kabul etmek istemeyen, bu gerçeği öğrenmenin getireceği sorumluluklardan kaçan kişiler de olacaktır. Bu tür görüşe sahip olanlar kitabı okuduklarında, gerçeklerden kaçarak, yalanlar ve hayaller üstüne kurulmuşbir dünyada yaşamayı kabullenmenin, aklı başnda bir insan için ne kadar küçük düşürücü bir durum olduğunu daha iyi anlayacaklardır.

Unutulmamalıdır ki güzel olan gerçek olandır; bu yüzden gerçeklerden korkmanın ve kaçmanın hiçbir anlamı yoktur. İnsanın yepyeni bir bakışaçısıyla, huzurlu ve mutlu bir hayata başlamak için samimi olarak biraz düşünmesi ve vicdanına başvurması yeterlidir. Kendini kandırarak hayallerin peşinden koşan insanlar, gerçeklerden kaçmak yerine, gerçeği anlamak ve öğrenmek için çaba gösterdiklerinde, aldatıcı bir dünyadaki sahte mutlulukların yerine, gerçek ve sonsuz bir mutluluğa kavuşmanın güzelliğini yaşayacaklardır.


harun yahya

CÜSSKB-Aynur
29.06.2005, 13:57
İngiliz garson Türk Müşteriye:
Çanakkale de çok askerimizi öldürdügünüz için sizleri pek sevmeyiz,
deyince. Bizimkinden gayet soguk kanli su cevabi almis:
"Orada ne isiniz vardi?"

GuNaY
29.06.2005, 14:12
Şu anda Japonya'da is başvurularınla aşağıdaki
linkteki IQ testi veriliyormuş!
Linkten, buyuk mavi yuvarlagi tiklayin.

Oyunun kurali:
"herkes nehirden karşıya geçmeli"

Sala binecek kişilerin üzerine, salı karşıya geçirmek
içinse kırmızı yuvarlaklara tıklamak gerekiyor.


Kurallar:
Bir seferde sadece 2 kisi sala binebilir.
Baba, anneleri yokken kizlarin hicbiri ile sala
binemez.
Anne de babalari yokken ogullarindan hicbiri ile sala
binemez.
Hirsiz, polis yokken aile ile yalniz kalamaz.
Sali kullanmayi da sadece anne, baba ve polis biliyor!
Kolay gelsin!

http://freeweb.siol.net/danej/riverIQGame.swf

CÜSSKB-Aynur
30.06.2005, 11:06
HASTANE ODASI


Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark, biri cam kenarında, diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı:

- "Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım. Çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin... İki salıncak dolu, iki salıncak boş. Dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine... Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya..."

Günler böyle geçip gidiyordu. Ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar...

İşte o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu, bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de... İşte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu.

Ertesi gün hastabakıcılar geldiğinde yaşlı adam :

- "Cam kenarına geçebilir miyim?" dedi. Hemen yatağının yerini değiştirdiler, işte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti. Başını kaldırdı ve pencereden baktı. "Simsiyah bir duvar" vardı karşısında.

Cam kenarındaki adam, arkadaşının umudunu yitirmemesi için kendisine hayaller kuruyordu.

CÜSSKB-Aynur
30.06.2005, 11:24
MİSAFİR İSTEMEYEN KADIN


Misafirperver bir sahabi vardı. Hanımı ise her gün kocasının yanında bir kaç misafirle gelmesine artık tahammül edemez olmuştu. Birkaç defa kocasına:

- Sen her gün birkaç misafirle geliyorsun, gelen misafirler, çocuklarımızın rızklarını yiyorlar, dediyse de kocası, her gün yanında birkaç misafir getirmekte ısrar ediyordu.

Kadın sahabi dayanamayıp, Resûlüllah'a şikâyete karar verdi:

- Ya Resûlüllah! Kocam her akşam eve birkaç misafir getiriyor, böylece de kocamın kazandıkları hep misafirlere gidiyor. Bir gün hastalanıverse, açlıktan ölmekten korkarım, dedi.

Peygamber efendimiz(s.a.v.) kadının kocasını, huzuruna çağırttı.

Adam:

- Ben misafirsiz edemem! Soframda misafir olması, bana neş'e ve bereket veriyor, diyor ve diretiyordu.

Bu sefer Peygamberimiz (s.a.v.) kadına, bundan sonra fazla değil, bir misafire razı olup olmadığını sordu. Kadın buna da razı değildi:

- Ben çocuklarımın rızkını başkalarının yemesine rıza gösteremem, diyordu.

Adam hiç olmazsa bir misafirde ısrar edince; kadın boşanmaktansa bir misafire razı oldu. Fakat o akşam üzeri beyinin, yine eve iki misafirle geldiğini gördü. Kadın sinirlenmişti, içi rahat değildi. Yemek hazırlamak için mutfağa girdi, üç kişilik yemek hazırlayıp tepsiyi kocasına verdi. Biraz sonra da misafirlerden birinin çıkıp gittiğini gördü. Hazırlanan yemeklerden biri yenmemişti.

Kadın kocasına:

- Misafirin biri niçin yemek yemeden çıkıp gitti? diye sordu.

Adam, ikinci misafirin farkında değildi:

- Sen hangi misafirden bahsediyorsun. Ben bir misafirle geldim, o da içerde işte diye cevap verdi.

Kadın çok iyi görmüştü. Misafirin birisi yemek yemeden çıkmıştı.

Bu münakaşanın içinden çıkamayacaklarını anlayan karı-koca, hemen Efendimiz Hazretlerine müracaata gittiler ve durumu anlattılar...

Onları dinleyen Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu.

- Evet! Eve iki misafir gelmişti. Fakat bunlardan birisi hakiki insan değil, insan suretine giren rızktı. Allah (c.c.) hanımını akıllandırmak için rızkı insan kılığına sokmuştu.Hanımının ise, yine misafirler için bir miktar rızkı gözden çıkarıp hazırladı, ama o rızkı, eksilmedi.

Şunu iyi bilesiniz ki, her misafir kendi rızkı ile gelir. Ve kimse, kimsenin rızkını yiyemez, eksiltemez... Hatta misafir, bir evin bereketini arttırır ve o evin rızkında artma olur, buyurdular. Tabii ki kadın, bu hadiseden sonra itiraz edecek durumda değildi.

badboy
30.06.2005, 11:54
GÜNAY ABİ BİTİRDİM AMA ÇOK UĞRAŞTIM
AMMA ZORMUŞ BU JAPONYADA İŞ BULMAK YAW

puar
30.06.2005, 14:46
Allah Kuran'da insanları, göklerin, yerin, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların, gece ile gündüzün meydana gelişinin, insanın kendi doğumunun, yağmurun ve yaratılmış daha birçok varlığın üzerinde düşünmeye ve bu varlıkları incelemeye çağırmaktadır. Bunları inceleyen insan ise tüm varlıklarda Allah'ın yaratış sanatını görecek, böylece kendisini ve tüm evreni yoktan yaratan Rabbini tanıyabilecektir.

Evreni ve içindeki tüm varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratış sanatını keşfederek insanlığa açıklamanın yolu ise "bilim"dir. Dolayısıyla din, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder.

Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar getirir. Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Dolayısıyla doğru bir noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın var oluşuna ait sırları en kısa sürede, en az emek ve enerji harcayarak açığa çıkaracaktır. 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da söylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani dinin yol göstermediği bilim ilerleme gösteremez, kesin sonuçlara ulaşması çok zaman alır ve hatta çoğu zaman sonuç alınması mümkün olmaz.

Bu gerçeği göremeyen materyalist ideolojiye sahip bilim adamları tarafından yönlendirilen bilimin ise, özellikle son iki yüzyıldır, ne kadar vakit kaybettiği, bu yolda yapılan çalışmaların büyük bir kısmının heba olduğu ve harcanan trilyonlarca liranın nasıl boşa gittiği gözler önündedir.

İşte bu nedenle, insanların kesin olarak bilmeleri gereken bir gerçek vardır: Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini araştırma amacını benimser ve bu amaç doğrultusunda çalışırsa doğru sonuçlara ulaşabilir. Rotası doğru çizilirse, yani doğru yönlendirilirse bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir.

serrkann58
30.06.2005, 14:55
Bir kuştu,
Allı allı bir kuş
Her tüyüne bir çiçek bağladılar
Uçmadı o..

Bir kuştu,
Mavili mavili bir kuş
Her tüyüne bir boncuk bağladılar
Uçmadı o..

Bir kuştu,
Yeşilli yeşilli bir kuş.
Her tüyüne bir çocuk kordelası bağladılar
Uçtu o..

CÜSSKB-Aynur
30.06.2005, 15:07
EVLAT VE KUYRUK ACISI


Zamanin birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış.
Yılan da duygulanmış, dile gelmiş. Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.
Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."

Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün senlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dahil herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Yillar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış.

Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek" demis.
Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kim bilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....
Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.

Aksam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor.
Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde.. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Caninin parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...

Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım demiş...Yilan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı.. bende de bu kuyruk acısı varken
biz artık dost olamayız.

CÜSSKB-Aynur
30.06.2005, 15:32
GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER


Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden
büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,
pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik
yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler
değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta
çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk
önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini
kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu
bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı.
Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi
onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete
dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne
bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen
düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı
konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü
ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven
annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye
karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu
söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları
bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla
baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.
Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını
söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten
korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye
yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında,
müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki
bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan
burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve
yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:
"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir
çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"
Yaşlı doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!."
diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri
taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!."

badboy
30.06.2005, 15:50
zaman ın birin de genç bir adam güzel bir kıza aşık olmuş. Fakat kız ne kadar güzelse bir o kadar da zalim miş.
genç adam bir gün tüm cesaretini toplayıp kıza evlenme teklif etmiş.
kız önce bir kahkaha atmış ve sonra da " bana annenin kalbini getirirsen seninle evlenirim" demiş.
Genç adam çaresizce teklife kabul etmiş ve gidip olan biteni annesine anlatmış.
Genç adamın annesi oğlunun aşkını anlamış ve oğluna ." beni öldürürken gözlerimi bağla da gözlerime bakıp vazgeçme " demiş.
çocuk annesinin söylediklerini yapmış ve onu öldürüp kalbini sökmüş, bir mendile sarıp kızın evine doğru koşmaya başlamış.
yolda ayağı bir taşa takılmış yere düşerken "ah anam "diye bağırmış ve mendili elinden düşürmüş.
Bu arada yere düşen mendil açılmış ve genç adamın annesinin kalbi dile gelmiş;
" bişeyin varmı yavrum " demiş.


TÜM ANALARIN ELLERİNDEN ÖPERİM
ÇÜNKİ CENNET ANALARIN AYAKLARI ALTINDADIR

:oops: :oops: :oops: :oops: :oops:


:lol: :lol: :lol: :lol: :lol:

CÜSSKB-Aynur
01.07.2005, 09:44
BİR DOST


Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..
Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
'Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya;
yenildik sayılmayız' diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı
yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
'Bunu da aşacağız! İmza: Bir dost!...'

CÜSSKB-Aynur
01.07.2005, 11:00
PROFESYONEL


Genç kadın işyerinde kotu bir haber alır.Küçük kızının bakicisi telefonda çocuğunun çok ateşlendiğini mutlaka eve gelmesi gerektiğini bildirir.Hemen isinden izin alır ve ateş düşürücü bir ilaç için en yakın eczaneye koşar.Arabasının yanına geldiğinde arabayı anahtarı içindeyken kilitlediğinin farkına varır.Eve hemen yetişmesi gerekmektedir ama nasıl..?

Evini arar ancak çocuk bakıcısının verdiği haber daha kötüdür, kızın ateşi biraz daha yükselmiştir.Bu arada kadın içinde bulunduğu duruma bakıcıya anlatır.Bakıcı arabanın kilidini açabilecek bir servis bulmasını ya da çakı, bıçak gibi bir şeyle kendisinin açmayı denemesini söyler.

Yakında bulunan bir marketten küçük bir çakı alır ve arabanın yanına gider.Ama bunun nasıl kullanılacağını bilemez. Arabanın kapılarını zorlar, sallar ama bir sonuç yok...

Başını gökyüzüne doğru çevirir, " Tanrım , lütfen küçük kızıma ulaşmam için bana yardim et" .

Bu arada çakıyla kapıyı kurcalamaya devam eder.O sırada yoldan geçmekte olan sakalları uzamış, üstü başı bakımsız bir adam durup kadını izler ve " Hanımefendi, isterseniz yardımcı olabilirim"der.
Kadın çaresiz teklifi kabul eder ve içinden düşünür, "Tanrım gönderdiğin yardım bu mu?"

Kılıksız adam birkaç dakika içinde arabanın kilidini açmayı başarır.Kadın şaşkınlıkla adama teşekkür eder, kızının durumunu anlatır, hemen yetişebileceği için minnettar olduğunu belirtir ve bir miktar para uzatıp " Çok iyi bir insansınız" diye teşekkür eder.
Adam, " Hayır hanımefendi, maalesef iyi bir insan değilim" der, "Hapishaneden yeni çıktım" ilave eder, "Araba hırsızlığından..." Kadın bir süre sessiz kalır, adam uzaklaştıktan sonra tekrar yüzünü gökyüzüne
çevirir, kendini tutamaz, ağlayarak ;" Tanrım , bir profesyonel gönderdiğin için çok teşekkür ederim" der.

CÜSSKB-Aynur
01.07.2005, 13:55
KIZILDERİLİ'NİN KÖPEKLERİ


Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.

Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. 'Onlar' dedi, 'benim için iki simgedir evlat.' 'Neyin simgesi' diye sordu çocuk.

'İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.'

Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

'Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?'

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:

'Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!'

puar
08.07.2005, 15:22
:roll: düşünülecek bir konu....

ElbeyLi58
08.07.2005, 15:25
:roll: düşünülecek bir konu....
gardas yardim edeyim neyi düsünüyon :roll:

puar
13.07.2005, 14:28
Nasıl Bir Dünyada Yaşıyorsunuz?

Sert bir zeminin üzerinde uzanan, içinde insanların, ağaçların, denizlerin veya binaların bulunduğu, üzerinde bulutların gezindiği, daha yukarıda dev bir uzay boşluğunun uzandığı bir dünya mı burası?

Siz de bu dünyanın içindeki milyarlarca insandan birisi misiniz?

Eğer bu sorulara "evet" cevabı verirseniz yanılmış olursunuz.

Eğer bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, sizin için çok önemli olan bir gerçeği muhtemelen hayatınız boyunca göz ardı etmişsiniz demektir.

Çünkü siz üstte tarif edildiği gibi bir dünyada yaşamıyorsunuz. Aslında dünyanız çok daha küçük. Bu dünyanın içinde, değil milyarlarca kilometrelik mesafeler ya da ışık yılı uzaklığındaki galaksiler, birkaç metrelik bir uzaklık dahi yok. Siz aslında çok küçük ve kapalı bir mekanda yaşıyorsunuz: dev bir kulenin tepesindeki küçücük, kapısı mühürlenmiş bir odada. Bu odadan hayatınız boyunca hiç çıkmadınız. Bu odayı terk edip hiçbir yere gidemediniz. Sadece, odanın duvarlarına yansıtılan farklı şekiller, insanlar, mekanlar gördünüz. Odanın içindeki gizli hoparlörlerden çıkan sesleri duydunuz. Gerçekte kulenin tepesindeki bu küçük odada sizden başka hiç kimse yok. Yapayalnızsınız!

Söz konusu kule sizin bedeniniz, bu kulenin tepesindeki küçük oda (yani sizin dünyanız) ise beyninizdir.

Beyniniz, sizin içinden hiçbir zaman çıkamadığınız kapalı bir odadır; çünkü sizin "dış dünya" zannettiğiniz herşey, aslında beyninizin görme, işitme veya dokunma merkezlerinde duyumsadığınız algılardan ibarettir. Hiçbir zaman algılarınızı aşıp "gerçek madde" denen şeye (eğer böyle bir şey varsa) ulaşamazsınız. Beyninizin görme merkezine gelen elektrik sinyallerini seyreder, hiçbir zaman bu sinyallerin gerçek kaynağını göremezsiniz. Adeta, kapalı odanızın duvarındaki sinema perdesini seyreder, ama hiçbir zaman perde üzerindeki görüntülerin aslına ulaşamazsınız.

Bu kitapta size bu gerçeği anlatacağız. Burada anlatılanlar, şimdiye kadar alışmış olduğunuz pek çok düşünce ve kavramla büyük olasılıkla ters düşecektir. Ancak burada anlatılanlar, felsefi bir görüş ya da farklı bir yorum biçimi değil, bilimin ortaya koyduğu delillere dayanan somut bir gerçektir. Bu nedenle, alışkanlıklara dayanmadan, akıl ve mantıkla düşünüldüğünde bu gerçeğin reddedilmesi mümkün değildir.

Ve unutmayın ki, gerçeği göz ardı etmek, düşünmemek insanlara hiçbir şey kazandırmaz. Eğer kişi, "hayır ben kapalı bir odada değil, dev bir evrenin içindeki bir gezegenin üzerinde yaşıyorum" diyorsa, bunu ispat etmesi gerekir. İspat edemediği halde böyle bir düşünceye körü körüne inanmak, insanı ancak yanılgılara sürükler.

sivasli1992
14.07.2005, 18:01
gardaslar iyi hepsi güzelde su 6-0 lik olayi acmayin bende size 7-0 olayi acarim simdi sivassporluyuz hic gerek yok böyle polemiklere yaniii

KEREM_58_34
14.07.2005, 19:33
Arapça Futbol

Krampon-ul deccal-u uryan = Futbolcu
Akibet-ul huzzam = Elenme
Arafat-ul safha = Devre arası
Cihat-ul kuvvayi milliye = Milli maç
Cemaat-ul mahter-i cumbut = Tezahurat
Cenaze-tul mevta-i kurre = Ölu top
Darbe-i abes = Faul
Tut-tul minare = Hava topu
Musabaka-i hicret-ul gurbet = Deplasman maçı
Taarruz-ul aleykumselam = Kontra atak
Zam-ul zaman= Uzatma dakikaları
Def-ul felaketiyye, aman Yarabbim = Atlatılan gol tehlikesi
Muhendis-i kurre-i muallim = Teknik direktor
Cahar-ul kumbet = Geri dörtlü
Vaziyet-ul madara = Hezimet
Ekib-ul riyaset-i cumhur = Takım kaptanı
Rakib-ul azrail = Korkulu takım
Halife-i gol = Gol kralı
Taarruz-u belet = Ofsayt
Hap-ul ademi ademiyye = Adam adama savunma
Gaflet-i dalaletiyye ve hatta hiyanetiyye = Şike
Ekib-ul kuvayi milliye = Milli takım
Ne teker-i Tam, ne sima-i Arabiyye,Sulh-u salah = Berabe

KEREM_58_34
14.07.2005, 19:40
Çağdaş eş kavgası

ADAM- Sevgilim bugünlerde çıkabilecekmiyiz? Hayır hazırlanman birkaç yıl daha sürecekse bu kıyafetlerle çıkmayalım.
KADIN- Neden?
ADAM- Moda değişecek hayatım... Ya da en azından mevsim değişecek, yazlık kıyafetlerle üşümeyelim diyorum.
KADIN- Abartma.
ADAM- Sen de abartma. Bir buçuk saattir portmantonun aynasında kendimi seyrediyorum ve sıkıldım.
KADIN- Bir de benim durumumu düşün. Yıllardır aynı manzarayı seyrediyorum.
ADAM- Ne varmış manzarada?
KADIN- Pek kayda değer bir şey yok. Bir burun ve arkadaşları.
ADAM- Çok komik... Kadınların sıradan bir evden çıkış hadisesini neden bu kadar ciddiye aldığını anlamıyorum. Sanki bir daha dönmeyeceğiz. Gidip bir evin bahçesinde köfte yiyeceğiz, hepsi bu!
KADIN- Ona barbekü partisi deniyor canım.
ADAM- Öyle mi? Köftelerin bundan haberi var mı? Yoksa bizim salak köfteler aşağılık bir mangalda can vereceklerini mi düşünüyorlar? Halbuki ne kızarması, parti kuruyor angutlar haberleri yok.
KADIN- Amma konuştun ha... Geliyorum tamam.
ADAM- Gitmek istemediğim bir yere sayende acele ediyorum ya, ben asıl ona yanıyorum.
KADIN- Neden gitmek istemiyormuşsun?
ADAM- Çünkü köfteleri mangala dizecek olan kişi senin eski sevgilin.
KADIN- Yine mi aynı konu?
ADAM- Evet aynı konu!
KADIN- Aşkım o yıllar önceydi.
ADAM- Ama o yıllarda da sevgililer sevişiyordu.
KADIN- Eee?
ADAM- Ne demek eee? Adamın senin göğüslerine bakıp, siz bir de bunları benim zamanımda görecektiniz, diye düşünmesi beni rahatsız ediyor.
KADIN- Kürşat'tan adam diye bahsetmen doğru değil.
ADAM- Madem bizim için adam sayılmıyor neden köftesini yemeye gidiyoruz?
KADIN- Sevgilim yıllardır bu saçma konuyu konuşuyoruz. Kürşat'la yıllar önce kısa bir ilişkimiz oldu hepsi bu.
ADAM- Ne kadar kısa?
KADIN- Ne bileyim ben, iki ay filan.
ADAM- Göğüslerini görmesi için yeterli bir süre.
KADIN- Ben sana ilk erkeğim olduğunu söylediğimi hatırlamıyorum.
ADAM- İyi de bununla gurur duymasan iyi olur. Eski sevgililerinden bir takım kurma imkanımız olduğunu biliyoruz.
KADIN- Kabalaşma!
ADAM- Peki inceltelim. En azından basketbol takımı kurabiliriz, yedeklerle beraber tabii.
KADIN- Anladım sen hazırda sorun bulamadın, yaratmaya çalışıyorsun.
ADAM- Hayır. Sadece insanların ayrıldıkları insanlarla sürekli buluşup görüşmesini anlamıyorum. "Tanıştırayım yeni sevgilim, eski sevgilim, bu da eski sevgilimin yeni sevgilisi, bu da yeni sevgilimin eski sevgilisi... Ne güzel değil mi? Hepimiz birbirimizin her yerini ezbere biliyoruz!"
KADIN- Buna çağdas yaşam deniyor işte.
ADAM- Nesi çağdas bunun? Biraraya gelmemesi gereken insanların toplanıp birbirlerine çağdaş çağdas gıcık olmalarının ne manası var? Zira benim Kürşat'ı sevmem tıbben mümkün değil. Ama etraf uyuz olmasın diye ona gülmem hatta belki de köfteleri pişirmesine yardım etmem gerekiyor. Hiçbir sey olmamış gibi. Hiçbir ortak yanımız yokmuş ya da bir sürü ortak yanımız varmış gibi.
KADIN- Son söylediğin cümleyi anlamadım.
ADAM- Kürşat'la ortak yanlarımız, ortak yanlarımızı ortaya koyup dost olmamıza engel oluyor, bilmem anlatabildim mi?
KADIN- Hayır anlatamadın.
ADAM- Onunla tek ortak yanımız senin göğüslerin ve bu ortaklık beni rahatsız ediyor.
KADIN- Sürekli göğüslerimden bahsettiğinin farkındamısın?
ADAM- Özür dilerim. Kürsat'tan izin almalıydım. Ne de olsa memelerinin üzerinde onun da hakkı var!
KADIN- Bak bütün bu söylediklerini saçmasapan bulmakla beraber, eğer bu konuda birisi problem çıkaracaksa o Kürşat olmalı. Çünkü o varken sen yoktun!
ADAM- Tamam işte ben de bu yüzden onu köfte yemeye çağırmıyorum.
KADIN- Acıklı olan şu... Biz seninle beraber olmaya başladığımız günlerde ben önceki ilişkilerimi sana uzun uzun anlattım ve sen de büyük bir anlayışla dinledin. Ama sonuçta erkek olduğun için bana sahip olduğunu hissettiğin andan itibaren masken düştü. Tarihime bile sahip çıkmaya başladın! Senden önce hayatıma giren herkesten nefret ediyorsun!
ADAM- Ama listede öyle adamlar var ki...
KADIN- Kimi kastediyorsun?
ADAM- Mesela o cüce olan, neydi adı?
KADIN- Takiyettin'i mi diyorsun?
ADAM- Evet Takiyettin. İsmi kendinden uzun. Salaklığa bak. Bir cücenin adı en fazla Can olmalı. Ama kompleks işte. Ailesi uzun göstersin diye dikine çizgili bir isim koymuş. Takiyettin! Duyan bir şey sansın diye!
KADIN- Aklın sıra aşağıladığın adam üç kez TÜBİTAK'tan ödül aldı.
ADAM- Biliyorum, yılın en kısa boylu bilimadamı ödülü.
KADIN- Herkes senin gibi biçimsel bakmıyor olaylara.
ADAM- O da davetli mi?
KADIN- Gelir herhalde. Kürşat'ın iyi arkadaşıdır.
ADAM- Hadi buyrun! Ne bu? Eski sevgililer toplanıp kongre mi yapacağız?
KADIN- Kürşat'la beni Takiyettin tanıştırmıştı zaten.
ADAM- Öyle mi? Ne güzel... Ne demişti tanıştırırken "Kürşat benim boyum kısa, göğüslerine yetişemiyorum, sen bir baksana!"
KADIN- Sen gerçekten çok iğrenç bir insansın.
ADAM- Asıl iğrenç olan sensin. Ben birlikte olduğum bütün kadınları toplayıp pirzola yapıyor muyum? İyi biz de toplanalım o zaman.
KADIN- Toplanırsanız haberim olmasın. O kadar beşinci sınıf kadının arasında görünmem doğru olmaz!
ADAM- Doğru. Benimkilerin arasında TÜBİTAK ödülü alan yok. Ama hiçbir yardıma ihtiyaç duymadan üst raftan kitap alabiliyor.
KADIN- Bu kadar iğrençlik yeter! Geliyormusun gelmiyormusun?
ADAM- Bağırmadan konuş benimle!
KADIN- Ben bağırmıyorum!
ADAM- Bağırıyorsun!
KADIN- Geliyormusun sen?
ADAM- Hayır! Gelmiyorum!
KADIN- Sen bilirsin! Ben gidiyorum!
ADAM- Sen benim yüzüme kapı çarpamazsın! Zıkkımın kökünü yiyin! Yalnız Kürşat'a söyle, benimle ilgisi yok, o göğüsler benden

KEREM_58_34
14.07.2005, 19:42
Dolmuşcu

Saat geç olmuş. Artık okuldan kalkmışız, dolmuşla gelios. Dolmuş bi pazar mevki-inden geçerken bi amcaya çarmpa tehlikesi atlattı. Dolmuşçu da kafasını pencereden çıkarıp, "Amca lütfen kaldırımdan gider misin?" diye rica etti ama bizim amca, "Asıl sensin pezevenk. Ben seni kaldırıp ..kerim!" dedi ve tabii biz yerlere yattık. Dolmuşcu tornavidasını alıp, dolmuştan inip adamın peşinden koşmaya başladı. Devamını bilmiyorum çünkü biz gülmekten yerlere düşmüştük

KEREM_58_34
14.07.2005, 19:45
Evlilik yorumları

1.Evli erkeklerin psikolojisi arkadaslarla lokantaya gitmeye benzer. Istedigin yemegi siparis edersin sonra yanindakinin istedigi yemegi görüp "Keske onu isteseydim" dersin.
2.Bir davette bir hanim arkadasina sorar:"Alyansini yanlis parmagina takmiyormusun? "Diger hanim cevap verir:"Evet yanlis adamla evliyimde ondan"
3.Bir adam evlenene kadar eksik sayilir evlenince tam bitmis olur.
4.Bir genc babasina sorar"Baba evlenmek kaca malolur? Baba cevap verir"Bilmiyorum oglum,ben hala oduyorum."
5.Adam anlatiyormus:"Evlenene kadar mutlulugunun ne oldugunu bilmezdi, sonra da gec oldu."
6.Yeni evlenmis bir adam mutlu ise nedenini hemen anlariz. On yillik bir adam mutlu ise nedenini merak ederiz.
7.Evliligin ilk yilinda adam konusur kadin dinler, Ikinci yilinda kadin konusur adam dinler,ucuncu yilinda her ikiside konusur, komsular dinler.
8.Bir kavgadan sonra kadin kocasina bagirir: "Seninle evlendigimde tam bir aptalmisim." adam cevap verir: "Evet cok asiktim farkedemedim."
9.Bir adam gazeteye ilan vermis:"Es ariyorum"Ertesi gun yuzlerce mektup almis. Hepsi ayni seyi söyluyormus"Benimkini alabilirsin."
10.Bir adam karisina arabasinin kapisini tutuyorsa emin olabilirsiniz: "Ya arabasi yenidir,ya da karısı!

GuNaY
14.07.2005, 22:54
Malum...
Kızının mezuniyetini izlemek için Balıkesir'den Erzurum'a gelen başörtülü anne, tören salonuna alınmamıştı.
Vicdanı olan herkesin yüreğini cız eden bu olayın sorumlusu kimmiş?
Kapıcı...

Şimdi oldu işte...
Kara Kuvvetleri Komutanı "Rektör iyi çocuktur, yapmaz öyle şey" falan demeye getirmişti.
YÖK Başkanı da, "Rektörün haberi yokmuş" dedi, çıktı işin işinden...
Kimmiş suçlusu?
Kapıcı.

Ben bayılıyorum bu çözümlere...
Mesela, bizim Balkan harbinden kalma, dandik vagonlara 160 kilometre hız yaptırdılar.
İlk virajda sizlere ömür...
Kimin üstüne kaldı?
Makinist'in.

Mersin'de bayrağımız yakıldı, yırtıldı.
Askere taş attılar, panzere molotof...
Memleket ayağa kalktı.
Kimin yüzündenmiş?
İki veled...

Gelene geçene ayran tost falan satan, kendi halinde sakin bir kasabaydı,
Susurluk...
İçişleri Bakanlığı, MİT, Jitem, generaller, özel tim polisleri, kumarhaneciler, bakanlar, milletvekilleri, işadamları...
Bin kişi falan yargılandı.
Her şey kimin başının altından çıkmış?
Yeşil'in.

Deprem oldu...
7 vilayette 50 bin kişi öldü.
Binlerce bina yıkıldı, on binleri ağır hasarlı.
Hepsinin sorumlusu olarak kimi kulağından tutup hapse tıktık?
Veli Göçer'i.

Edirne'de bebeler şakır şakır öldü...
Hiç utanmadan bisküvi kolilerine koyup, gömdüler.
"Araştırdık, ihmal yok" dediler.
Peki neden öldü bu yavrular?
Klima'dan...
Dikkat isterim, klimacı bile değil, klima.

Rakıdan öldük.
O gün ile bu gün arasında ne değişti?
Kapağın rengi...

Sanal "sorumlumuz" bile var...
Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor.
Trafik Canavarı'ndan...

Dolar patlarsa?
Enflasyon Canavarı'ndan...

Hatta "sorumlu olmayan sorumlumuz" da var...
Milli takım oynayıp yeniliyor.
Suçlusu kim?
Takıma alınmayan Hakan...

Domatesleri Ruslara kakalayamıyoruz...
Sinekten...

Deli dana geliyor.
İnekten...

Millet hormonlu diye tavuk yemiyor.
Erman Toroğlu'ndan.

Evleri su basıyor.
Yağmurdan.

Ormanlar yanıyor.
Sigaradan.

Gemi batıyor.
Dalgadan.

İyi de kardeşim, uçak neden düşüyor?
Rahmetli pilottan...

Peki bu şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarıyoruz?
Allah'tan...

puar
16.07.2005, 15:54
İnsan vücudu tam anlamıyla kusursuz bir sisteme sahip olarak yaratılmıştır. Bu sistem düşünebilen ve öğüt alabilen insanlar için çok önemli delillerle doludur. Bu delillerin yaratılış amacı ise insanı düşünmeye teşvik etmektir. Çünkü her insana dünyada yaşaması için belli bir süre verilmiştir. Bu sürenin ne zaman biteceği ve ne zaman ölümün geleceği ise herkes için bir bilinmezdir. Allah tarafından herkes için ayrı ayrı belirlenmiş olan bu kısa süre içinde pek çok detayla karşılaşan insan çoğu zaman Allah'ın özel olarak yarattığı bu delilleri düşünmeden üzerinden geçer. Oysa insana düşen kendisine tanınmış olan sınırlı süre içinde gördüğü herşeyden öğüt alıp düşünmektir. Çünkü ancak bu düşünmenin sonucunda, insan Allah'ın benzersiz yaratışını görebilir ve Allah'ın gökten yere herşey üzerindeki hakimiyetini takdir edebilir. Allah insanın kendi yaratılışını düşünmesi gerektiğine bir ayetinde şöyle dikkat çekmektedir:


İnsan, önceden hiçbir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 67)


İnsanın günlük yaşamında hiç düşünmeden yaptığı pek çok hareket vardır. Bunları yaparken ne bir ayarlama yapar, ne de nasıl yapacağını düşünür. Örneğin bir bardağı almak için uzandığımızda hiç düşünmeden elimizi uzatırız ve bardağı yakalarız. Yemek yerken çatalı hiç düşünmeden ağzımıza götürebiliriz. Kitap okurken sayfaları kolayca kavrar ve kağıdı yırtmadan çevirebiliriz. Giyinirken, araba kullanırken gerekli olan çabukluğu göstermekte hiç zorlanmayız. Çalışma hayatımızda hiç sıkıntı çekmeyiz. Kısacası yaşamımızın her anında ellerimizi hiç düşünmeden istediğimiz gibi kullanırız. Bunlar günlük yaşamda ellerimizi kullanarak yaptığımız hareketlerden sadece bir kaç tanesidir. Hiç düşünmeden, herhangi bir ayarlama yapmadan yaptığımız bu işlemler sırasında gerçekte elimizde son derece kusursuz bir sistem işlemektedir. Bu öylesine benzersiz bir sistemdir ki, işlediğini hissetmeyiz bile.


Bu durumda akla, "ele kusursuz işleme yeteneğini veren nedir?" sorusu gelecektir. Elimize üstün hareket kabiliyetini veren eldeki çok iyi yerleştirilmiş kaslardır. Birbirleriyle tam bir uyum içinde hareket eden pek çok kas ele çok fonksiyonlu olma özelliğini verir.


Birbirinden çok farklı kullanım alanlarında olabilecek en fazla verimle elimizi kullanabiliriz. Bir cismi çok kuvvetli ya da tam tersine çok hassas kavramak gerektiğinde kolaylıkla bu hareketleri yapabiliriz. Örneğin, elimizi yumruk haline getirmeden belirlediğimiz herhangi bir hedefe 45 kilogram ağırlığına eşdeğer bir güçle darbe indirebiliriz. Bu güce rağmen başparmak ve işaret parmağımızın arasına aldığımız, milimetrenin onda biri inceliğinde bir cismi örneğin bir kağıt parçasını da kolaylıkla hissedebiliriz.


Görüldüğü gibi bu iki işlem de birbirinden tamamen farklı işlemlerdir. Biri çok ince bir ayar gerektirirken, diğeri tam tersine büyük bir güç gerektirmektedir. Biz her iki işlemi yaparken de bir an bile düşünmeyiz. Ağır cisme daha fazla güç, hafif cisme daha az güç harcamamız gerektiği aklımıza bile gelmez. Çünkü ellerimiz bu işlemlerin tümünü yapabilecek kadar kapsamlı özelliklere sahip olarak tasarlanmıştır.


Bu tasarımın en önemli delillerinden biri parmakların uzunluklarıdır. Eldeki bütün parmaklar, işlevlerine göre en uygun uzunluklara sahiptirler. Bundan başka bulundukları yerler olabilecek en uygun yerlerdir. Parmakların birbirleriyle olan oranları da son derece önemlidir. Bu önemi şöyle bir örnekle de açıklayabiliriz. Başparmak, uzunluğu nedeniyle diğer parmakların üzerine kolaylıkla kıvrılabilir. Bu, başparmağın diğer parmakları desteklemesini ve kol gücünün artmasını sağlar. Bu nedenle normal bir başparmağa sahip bir elin attığı yumruğun gücü, normalden daha kısa bir başparmağı olan elin attığı yumruğun gücünden daha fazladır.


Elinize bakın ve tırnaklarınızı inceleyin. Kimi zaman gereksiz bir detay olarak düşünülen tırnakların gerçekte son derece önemli görevleri vardır. Yere düşmüş küçük bir cismi tırnaklarımız olmadan almaya çalıştığımızı düşünelim. Bu tip durumlarda kavrama işleminde parmaklar kadar tırnaklar da önemli bir göreve sahiptirler. Parmaklar cisimleri tutarken son derece hassas bir basınç uygularlar. Tırnakların görevi işte bu basıncın ayarlanmasıdır. Bundan başka elimizdeki parmak izlerini oluşturan pürüzler ve tırnaklar da küçük cisimleri daha rahat kavramamızı sağlarlar.


Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi elde son derece detaylı ve kusursuz bir tasarım vardır. Dokunma hassasiyeti, manevra kabiliyeti, değişik işler yapabilme yeteneği gibi pek çok fonksiyon ellerimizde mevcuttur. Bu mükemmellik tıp ve bilim dünyasını, insan elini incelemeye ve bir benzerini yapmaya yöneltmiştir. Bu maksatla yapılan robot eller; güç açısından insan eliyle aynı performansa sahiptirler, ancak insan elinde var olan ve elimize benzersiz olma özelliğini veren yapılar bu robot ellerde mevcut değildir.


Son teknoloji ile üretilen robot eller, güç açısından insan eliyle aynı performansa sahiptirler, ancak insan elinde var olan ve elimize benzersiz olma özelliğini veren yapılar bu robot ellerde mevcut değildir.

Bütün bu bilgilerin ortaya çıkardığı sonuç insan elinin özel bir tasarımla yaratılmış bir organ olduğudur. Allah elleri özel olarak tasarlamıştır. Rahman olan Allah yarattığı herşeyi en güzel yapandır. İnsan elindeki benzersiz tasarım da bunun delillerinden yalnızca bir tanesidir. Allah yaratma sanatındaki eşsizliğe bir ayetinde şöyle dikkat çekmektedir.


Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)


Eldeki tasarımdaki başka bir önemli nokta, elin göz ile beraber işleyen bir organ olmasıdır. Bu işlemler de son derece seri bir şekilde gerçekleştirilir. İnsan eli ile robot eller arasında bu noktada bir karşılaştırma yapılacak olunursa, insan elinin tasarımındaki üstünlük çok açık bir şekilde görülecektir. Robot ellerin özelliği ya görme ya da dokunma özelliğini esas alarak hareket edebilmeleridir. Robot ellere yapacakları her işlem için farklı komutlar verilmesi gereklidir. Ayrıca robot eller farklı farklı fonksiyonları da yerine getiremezler. Örneğin piyano çalabilen bir robot el, çekiç tutamaz. Çekiç tutan bir robot el ise yumurtayı kırmadan tutamaz. Yoğun araştırmalar sonucunda yeni yeni üretilmeye başlayan bazı robot eller, bu işlemlerin 2-3 tanesini birarada yapabilmektedir ama bu, insan elinin kabiliyetlerinin yanında son derece basit bir yapı olarak kalmaktadır.

Tüm bunların üstüne; insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla çalıştığı da eklenince, eldeki tasarımın kusursuzluğu daha net ortaya çıkmaktadır.

El, insanlar için Allah tarafından, özel olarak tasarlanmış bir organdır. Her özelliğiyle Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir.

Bestepeli_58
23.07.2005, 17:39
bu guzel yazilar icin herkese tesekkur ederim ellerinize saglik saygilar sevgiler

puar
11.08.2005, 06:37
Endonezya nasıl Müslüman oldu?

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı: İnandığı gibi yaşamak.

Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: "Hangi kumaştan sattın?" "Şu kumaştan efendim." "Metresini kaça verdin?" "On akçeye." "Nasıl olur?" diye hayret etti, "Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?"

GÖRÜLMEMİŞ DAVRANIŞ

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. "Ne demekti hakkını helâl et?" Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu: "Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?" "Ben," dedi tüccar, "bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim." Kral, "İslâm nedir, Müslümanlık nedir?" gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

ÖNEMLİ OLAN YAŞAMAK

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

sivasli1992
11.08.2005, 15:18
gercektende elinize saglik ne güzel yasmissiniz

Sweetgirl
22.09.2005, 23:17
BIR KESE INCI

Basra mücevhercileri bir araya toplanmisti. Iclerinden biri basindan gecen bir olayi söyle anlatti: " Bir zaman cölde yolumu kaybetmistim. Yanimda yiyecek ve icecek hicbir sey kalmamisti. Tam hayattan ümidimi kestigim sirada ici dolu bir kese buldum. Bunu kavrulmus bugday sandigim andaki zevki ve sevinci , inci oldugunu ögrenince de duydugum aciyi ve hüznü hicbir zaman unutamam..."
"Kuru cöllerde, kumlarin ortasinda susuzun agzinda inci olmus, sedef olmus, ne cikar? Aziksiz adamda ha altin bulunmus ha saksi kirigi!"

sinan58_34
22.09.2005, 23:46
ABLA TESEKKUR EDERIZ BZIMLE PAYLASTIGIN ICIN INSALLAH EN KISA ZAMANDA BİZDE YAZACAK GUZEL HIKAYELER BULACAZ

drummer
23.09.2005, 00:49
ÖĞRENDİM Kİ...

Yıllar sonra öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, yıkmak bir dakika.
Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil, kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle her isin iki yüzü var.
Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
Öğrendim ki... Karşılık vermek, düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
Öğrendim ki..."Bittim" dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.
Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatini kontrol eder.
Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde, yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlar.
Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz, bazıları hiç karşılık vermiyor.
Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı.
Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki... İki insan ayni şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
Öğrendim ki; Âşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Öğrendim ki; Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
Öğrendim ki; Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatini değiştirebilir.
Öğrendim ki... Duvarda asili diplomalar insani insan yapmaya yetmez.
Öğrendim ki... Karsındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yas günü partisi yasadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Öğrendim ki; Aile hep insanin yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.
Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Öğrendim ki; Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Öğrendim ki; Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Öğrendim ki; Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Öğrendim ki; İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Öğrendim ki; Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki; Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor...

drummer
23.09.2005, 02:32
TATLI CADI
Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı
kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi
için 1 sene süresi vardır. Soru aynen şöyledir:

KADINLAR NE İSTERLER?

Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak,
kralın fazla bir tercih şansı yoktur.
Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır
ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz.
Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir.
Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider.
Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır.
Cadı cevap karşılığında Arthur'un yakın arkadaşı,
en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir.
Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler
ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar,
krala koşup hiçbir şeyin Arthur'un hayatından daha önemli
olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar.

KADINLAR HER ZAMAN KENDİ ÖZGÜR
İRADELERİYLE KARAR ALMAK İSTERLER.

Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesinde kralın
hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür.
Nihayet şövalye için en kötü an yani,
gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk...Odaya girdiğinde
karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür.
Şövalye şaşırır ve sorar. "Sen kimsin?".
Kadın cevap verir:. "Ben evlendiğin cadıyım.
Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri
son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri
son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum.
Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin".
Şövalye çok kısa bir süre düşünür.
Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa
gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı?
Ve şöyle cevap verir: "Nasıl olmak istediğine sen karar ver
lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım."
Cadı bu karar karşısında çok sevinir. "Sen bana
seçme özgürlüğünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem.
Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve
saygılı biri olarak gözükeceğim".
sonuç:

KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL,
İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN...
HER ZAMAN CADIDIRLAR - :)))
AMA TATLI...

CÜSSKB-Aynur
23.09.2005, 09:29
YAŞAMAK, SEVMEK ve ÖĞRENMEK


Öğretmenin adı bayan Thompson'du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde,
sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.
Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson, Teddy'i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.
Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy'nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: "Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu... Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni:
"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni:
"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:
"Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı
kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.
Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.

O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; "Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.
Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.

Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.
Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson'un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.
Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.
Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson'un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.
Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.
Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına "Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.
Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: "Yanılıyorsun Teddy... Ben değil, sen bana öğrettin.
Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!!

Sweetgirl
23.09.2005, 12:57
TATLI CADI
sonuç:

KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL,
İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN...
HER ZAMAN CADIDIRLAR - :)))
AMA TATLI...

bu ikinci yazsisim birincisi kayboldu! hikayen güzel ama sonuc kötü, yani cadi kismi! biz bayanlar cadiysak erkekler ne?

Sweetgirl
23.09.2005, 13:19
Adam yeni kamyonuna bakmak icin evinden ciktiginda, üc yasindaki oglunun gayet mutlu bir bicimde elindeki cekicle kamyonun kaportasini mahvettigini görmüs. Hemen oglunun yanina kosmus ve cocugun eline cekicle vurmaya baslamis. Biraz sakinlesince oglunu hemen hastaneye götürmüs! Doktor, cocugun kirilan kemiklerini kurtarmaya calistiysa da elinden bir sey gelmemis ve cocugun iki elinin parmaklarini kesmek zorunda kalmis.
Cocuk ameliyattan cikip gözlerini actiginda, bandajli ellerini fark etmis ve gayet masum bir ifadeyle "Babacigim, kamyonuna zarar verdigim icin cok üzgünüm." demis ve sorna babasina su soruyu sormus: "Parmaklarim ne zaman yeniden cikacak?"
Babasi eve dönmüs ve hayatina son vermis....


Birisi masaya süt döktügünde ya da bir bebegin agladigini isittiginizde bu öyküyü hatirlayin. Cok sevdiginiz birine karsi sabrinizi yitirdiginizi anladiginizda, önce biraz düsünün. Kamyonlar onarilabilir, ama kirilan kemikler ve incinen duygular hicbir zaman onarilamaz; genellikle kisiyle performansi arasindaki farki göremeyiz. Insani sonsuza kadar rahatsiz eder. Hareket gecmeden önce durun ve düsünün. Sabirli olun. Anlayis gösterin ve sevin.

drummer
23.09.2005, 13:20
kadınların cadı olduğunu bütün toplumlar bilir.
her ne kadar geride dursalarda her zaman hakimiyet kadınlardadır.
her türlü entrikayla kendi fikirlerini empoze edip,perde arkasından tüm olayları yönetirler.

acakislalimahoni
23.09.2005, 14:24
Bir adam, her gün boynuna
> dayadığı kalın sopanın iki
> ucuna asılı testilerle dereden su
> taşırmış evine.. Bu testilerden
> birinin yan kısmında çatlak
> varmış.. Diğeri ise hiç kusursuz ve
> çatlaksızmış ve her seferinde bu
> kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış
> eve.. Ama her zaman boynunda taşıdığý testilerden çatlak olanı eve
> yarı dolu olarak varırmış. Iki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam
> her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi
> su kalýrmış... Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel
> yaptığı için çok gururlanıyormuş... Fakat zavallı çatlağı olan
kusurlu
> testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve
> ulaþtýrabildiği için de çok üzülüyormuş..
>
> Iki yılın sonunda bir gün, görevini
> yapamadığını düşünen çatlak
> testi, ırmak kenarında adama şöyle
> demiş: "Kendimden utanıyorum. şu
> yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akýp gidiyor.."
> Adam gülümseyerek dönmüþ testiye; "Göremedin mi? Yolun senin
tarafýnda
> olan kýsmý çiçeklerle dolu.
> Fakat kusursuz testinin tarafýnda hiç yok. Çünkü ben baþýndan beri
> senin kusurunu, çatlaðýný biliyordum.. Senin tarafýna çiçek tohumlarý
> ektim. Ve hergün o yolda ben su taþýrken, sen onlarý suladýn.. 2
> senedir o güzel çiçekleri toplayýp, masamý süslüyorum. Sen kusursuz
> olsaydýn, o çatlaðýn olmasaydý, evime böyle güzellik ve zarafet
> veremeyecektim" diye cevap vermiþ..
>
> Her birimizin kendine has kusurlarý vardýr.
>
> Hepimiz birer çatlak testiyiz.. Fakat belkide sahip olduðumuz bu
> kusurlar ve çatlaklardýr hayatlarýmýzý ilginç yapan, mükafatlandýran,
> renklendiren..
>
> Etrafýnýzdaki her kiþiyi,
> olduklarý gibi kabullenin..
> Dýþlarýndaki kusurlarý deðil,
> içlerindeki güzellikleri
> görün...

Sweetgirl
25.09.2005, 19:53
Horasan Valisi Abdullah bin Tahir cok adaletli biriydi. Jandarmalari bir kac hirsizi yakaldi. Iclerinde bir de demirci vardi ki sucsuz oldugu icin kacmisti. Nihayet Nisabur'da yakalayip zindana attilar. Demirci abdes alip iki rekat namaz kildi. Ellerini semaya kaldirip:
- Ya rabbi! Günahim olmadigini ancak SEN biliyorsun! Beni zindandan SEN kurtarisin, diye dura etti.

O gece vali bir rüya gördü. Rüyasinda dört kisi gelip tacini tahtini altüst ediyordu. Vali uyandi, cok rahatsiz olmustu. Hapishane müdürünü cagirtirip: "Acaba hapishanede sucsuz birim mi var?" diye sordu. Müdür:
- Bilemiyorum, yalniz bir adam sucsuz oldugunu söyleyip, namaz kilip gözyasi icerisinde yalvariyormus." cevabini verdi.
Vali hemen demirciyi cagirtip görüsür. Lonunda onun sucsuz oldugna kesin bir kanaat getirip onda özür diler; giderken de:
- Bundan sonra bir SIKINTIN, diledigin bir sey olursa bana gel, diye tembih eder. Demirci:
- Glemem, cünkü benim bir "sahibim" var ki, o benim gibi bir fakirden dolayi, senin gibi bir sultanin tahtini bir gecede kac defa altüst etti. O "sahibi" birakip sana gelmem, dedi ve ordan ayrildi.

Peygamberimiz "Dua müminin silahidir." buyuruyor. allah Azze ve Celle de Kur'an-i Kerim'de, "Dualariniz olmasa siz neye yararsiniz". diyor. Hele dua eden mazlum ise derhal kabul olup, aradaki perdelerin kalkacagi pek cok hadiste zikrediliyor. Dua etmek kulu Allah'a yaklastirir, o halde sikca dua etmeliyiz.

CÜSSKB-Aynur
05.10.2005, 13:10
TAHTA AT
Bir gün iki çocuklu bir aile gezintiye çıkarlar. Çocuklardan biri yorulur ve babasının kendisini kucağına almasını ister. Baba da yorgun olduğunu söyler. Çocuk ağlamaya baslar. Baba bir tek kelime söylemeden ağaçtan bir dal keser, dalı bıçakla düzeltir ve oğluna verir.

- "Al oğlum sana güzel bir at" der.

Çocuk sevinçle ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak evin yolunu tutar. Baba gülerek kızına döner ve :

- "İşte hayat budur kızım. Bazen zihnen veya bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir şiir, bir çiçek, bir çocuğun tebessümü olabilir" der.

Etrafa bakıp da böyle bir atı arayan herkes bulabilir. Şunu daima hatırlayınız ki, hayatın ne kadar zor olduğunu düsünürseniz, hayat bir o kadar imkansızlalşır.

CÜSSKB-Aynur
05.10.2005, 13:32
KÜÇÜK BİR HİKAYE
Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir: Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.

Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle... Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...

KALBİNİZDEKI SEVGİYİ ASLA ÖLDÜRMEYİN, SİZİ SEVENLERİ ASLA TERKETMEYİN !

drummer
05.10.2005, 13:40
ANNELER

- Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
- Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

- Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

- Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni cani pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

- Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

- Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
götürürlerken bebek tekrar sorar.

- Allah’ım benim için yarattığın meleğin adi ne?

- Adinin önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin

mükemmel bir yazı .
bulanın ellerine sağlık.
annnelere en güzel hediye bence.

Sweetgirl
06.10.2005, 12:31
Güzel bir şey yap kardeşim. Dünyaya kırk kerre gelinmez. Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun... Bir şey yap.
Bir şey yap... Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör.
Veya:
Güzel bir şey yaz.
Beceremez misin? Öyleyse,
Güzel bir şeye başla.
...
Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı. O gayretten uzak duramayız. Vakit geçiyor. Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu gösterir, unutma.
Zafer Dergisi'nde beynimi sarsan bir cümle okudum. Üç gün mü, beş gün mü önceydi kestiremem. Ama okudum. Ama şaşırdım, cümleyi bir türlü unutamadım. Şöyle diyordu:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTADIR"
Buyurun, biraz da sizler sarsılın.
...
Bu müthiş; dağ duruşlu, dev dürtüşlü cümlenin deyicisi Cüneyd Suavi... Ahh Cüneyd, şimdi yerlerdeyim. Yıkılmaz sandığım sabrımı, dirâyetimi, zihnimi yerlerde arıyorum.
Döküldüm.
Demek öyle ha?
Her insan ölecek yaşta...
Bir de kalkar savaşırız. Kavgalaşır, kuyular kazarız.
Az sonra ölecek olan bizler... Ne kadar da cahiliz.
...
Bu cümleyi gördükten sonra içimde "Büyük Patlama"yı duydum. Edecek iki çift sözüm olmalıydı.
İnsanlara, insanlığa bir şeyler demeliydim. Sonunda ard arda ve şimşek hızıyle bağırdım. Beynimden yüreğime doğru bir haykırıştı bu. Yüreğimden dalga dalga cevaplar yetişti:
Bir şey yap.
Zor ise:
Bir şey söyle.
Beceremiyorsan:
Bir şeyler gör.
Birşeyler yaz.
O da mı güç?
Bir şeylere başla.
Ama hep güzel şeyler olsun.
...
Çünkü:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA"
Geç kalmayasın!
...
Koca Mimar Sinan... yapmış da gitmiş.
Yunus Emrem... söylemiş de gitmiş.
Şeyh Edebalı... görmüş de gitmiş.
Fuzulî, Nedim, Şeyh Galip... yazmış da gitmiş.
Nene Hatun, Sütçü İmam, Antepli Şahin... başlamış da gitmiş.
...
Kimse kimseden eksikli değil.
Büyük değil, küçük değil, farklı hiç değil. Düşünebilen kişinin, üstesinden geleceği görevler mutlaka vardır.
Tekrarlıyorum:
Güzel bir şey yap,
Güzel bir şey söyle,
Güzel bir şey gör,
Güzel bir şey yaz, veya
Güzel bir şeye başla.
...
Geç kalıyorsun... geç. Cüneyd durmadan sesleniyor baksanıza:
"Her insan ölecek yaştadır!"


Yazar : Gürbüz Azak

Sweetgirl
06.10.2005, 14:41
Iskocya'da yoksul mu yoksul Fleming adinda bir ciftci yasardi. Bir gün tarlada calisirken bir ciglik duydu. Sesin geldigi yere kostugunda, batakliga beline kadar batmis bir cocugun, kurtulmak icin cirpindigini gördü.
Cocuk, bir yandan da avazi ciktigi kadar bagiriyordu. Ciftci cocugu batakliktan cikararak ölümden kurtardi. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterisli arabadan SIK giyimli bir aristokrat indi. Ciftcinin kurtardigi cocugun babasi olarak tanitti kendini.
"Oglumu kurtardiniz, size bunun karsiligini vermek istiyorum." dedi. Yoksul ve onurlu Fleming: "Kabul edemem!" diyerek ödülü geri cevirdi. Tam bu sirada kapidan ciftcinin kücük oglu göründü.
"Bu senin oglunmu?" diye sordu aristokrat. Ciftci gurula, "Evet!" dedi. Aristokrat devam etti: "Gel seninle bir anlasma yapalim. Oglunu bana ver iyi bir egitim almasini saglayayim. Eger karakteri babasina benziyorsa ileride gurur duyacagin bir kisi olur. "
Bu konusmalar sonunda Fleming'in oglu aristokratin desteginde egitim gördü. Aradan yillar gecti.
Ciftci Fleming'in oglu Londradaki St. Mary's Hospital Tip Fakültesinden mezun oldu ve tüm dünyaya adini "Penisilin" i bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra Aristokratin oglu zatürreeye. Onun kurtulusuna da Penisilin vesile oldu! Aristokratin adi: Lord Randolph Churchill'di... Oglunun adi ise: Sir Winston Churchill! Kurtaran doktorda ciftcinin oglu SIr Fleming'di.

kadir20
06.10.2005, 14:59
arkadaslar anlatacagim bu konu sivasta bir köyünde yasanmis gercek bi olay..

Sivasli hemserimizin biri kendi cabalari ile okumus ve hoca olmus,daha sonra kendi köyünün camiisine tayin olmus,aradan zaman gecmis hocaefendi bi kiza tutulmus kizinda gönlü hocadaymis ama kizin babasi biraz muhafazakarmis,hoca kafaya koymus kizi isteyecek,hocaefendi cekmis takim elbiseyi almis cikolatayi kiz istemeye,kizin babasi evden kovmus ama hoca cook icerlemis o gece uyuyamamis,sonra sabah namazina gitmis cikmis minareye ezani okumadan önce BU SABAH EZANI SEVIPTE KAVUSAMANLAR icin okuyorum demis ezani okuyup inmis....

daha sonra hocayi sikayet etmisler minareden böyle böyle yapti diye fakat ilce müftüsü insafli cikmis ve o kizi hocaya almiss

drummer
08.10.2005, 04:55
Güzel bir şey yap kardeşim. Dünyaya kırk kerre gelinmez. Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun... Bir şey yap.
Bir şey yap... Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör.
Veya:
Güzel bir şey yaz.
Beceremez misin? Öyleyse,
Güzel bir şeye başla.
...
Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı. O gayretten uzak duramayız. Vakit geçiyor. Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu gösterir, unutma.
Zafer Dergisi'nde beynimi sarsan bir cümle okudum. Üç gün mü, beş gün mü önceydi kestiremem. Ama okudum. Ama şaşırdım, cümleyi bir türlü unutamadım. Şöyle diyordu:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTADIR"
Buyurun, biraz da sizler sarsılın.
...
Bu müthiş; dağ duruşlu, dev dürtüşlü cümlenin deyicisi Cüneyd Suavi... Ahh Cüneyd, şimdi yerlerdeyim. Yıkılmaz sandığım sabrımı, dirâyetimi, zihnimi yerlerde arıyorum.
Döküldüm.
Demek öyle ha?
Her insan ölecek yaşta...
Bir de kalkar savaşırız. Kavgalaşır, kuyular kazarız.
Az sonra ölecek olan bizler... Ne kadar da cahiliz.
...
Bu cümleyi gördükten sonra içimde "Büyük Patlama"yı duydum. Edecek iki çift sözüm olmalıydı.
İnsanlara, insanlığa bir şeyler demeliydim. Sonunda ard arda ve şimşek hızıyle bağırdım. Beynimden yüreğime doğru bir haykırıştı bu. Yüreğimden dalga dalga cevaplar yetişti:
Bir şey yap.
Zor ise:
Bir şey söyle.
Beceremiyorsan:
Bir şeyler gör.
Birşeyler yaz.
O da mı güç?
Bir şeylere başla.
Ama hep güzel şeyler olsun.
...
Çünkü:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA"
Geç kalmayasın!
...
Koca Mimar Sinan... yapmış da gitmiş.
Yunus Emrem... söylemiş de gitmiş.
Şeyh Edebalı... görmüş de gitmiş.
Fuzulî, Nedim, Şeyh Galip... yazmış da gitmiş.
Nene Hatun, Sütçü İmam, Antepli Şahin... başlamış da gitmiş.
...
Kimse kimseden eksikli değil.
Büyük değil, küçük değil, farklı hiç değil. Düşünebilen kişinin, üstesinden geleceği görevler mutlaka vardır.
Tekrarlıyorum:
Güzel bir şey yap,
Güzel bir şey söyle,
Güzel bir şey gör,
Güzel bir şey yaz, veya
Güzel bir şeye başla.
...
Geç kalıyorsun... geç. Cüneyd durmadan sesleniyor baksanıza:
"Her insan ölecek yaştadır!"


Yazar : Gürbüz Azak


sweet nerden buldun bu yazıyı çok güzel
hem benim imzam bu başlık.
duyunca hemen benimseyik her tarafa imza olarak kaydettim.

Sweetgirl
08.10.2005, 23:43
sweet nerden buldun bu yazıyı çok güzel
hem benim imzam bu başlık.
duyunca hemen benimseyik her tarafa imza olarak kaydettim.

Reklam yapmis olmam insallah: yazgulu.com da okudum cok hosuma gitdigi icin sizlerle paylasmak istedim

x_burnley
09.10.2005, 00:01
arkadaşlar şiirleriniz çok güzel elinize yüreğinize sağlık bende bir şiir bulup size eşlik edeceğim en kısa zamanda mükemmelsiniz hepiniz çok iyisiniz bravo ayakta alkışlıyorum sizi işte sivasspor taraftarı böyle olmanı kaynaşmanı birbiri ile bu güzel tablo inşallah hiç bozulmaz

Sweetgirl
09.10.2005, 00:04
Adam, bir haftanin yorgunlugundan sonra pazar sabahi kalktiginda keyifle eline gazetesini aldi ve bütün gün miskinlik yapip evde oturacigini hayal ediyordu. Tam bunlari düsünürken oglu kosarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, ogluna söz vermisti: Bu hafta sonu parka götürecekti onu: ama hic disariya cikmak istemediginden bir bahane uydurmasi gerekiyordu.
Sonra gazetenin promosyon olarak dagittigi dünya haritasi gözüne ilisti. Önce dünya haritasini kücük parcalara ayirdi ve ogluna uzatti: "Eger bu haritayi düzeltebilirsen seni parka götürecegim! dedi. Sonra düsündü: "Oh be, kurtuldum! En iyi cografya professörünü bile getirsen bu haritayi aksama kadar düzeltemez!"
Aradan on dakika gectikten sonra oglu babasinin yanina kosarak geldi: "Babacigim, haritayi düzelttim. Artik parka gidebiliriz!" dedi. Adam önce inanamadi ve görmek istedi. Gördügünde de hayretler icindeydi ve ogluna bunu nasil yaptigini sordu.
Cocuk su ibretlik aciklamayi yapti: "Bana verdigin haritanin arkasinda bir insan resmi vardi. Insani düzelttigim zaman dünya kendilinginden düzelmisti!"

lezgi
09.10.2005, 00:50
bacım hikayelerin gerçekten çok güzel devamını bekliyorum.

Sweetgirl
09.10.2005, 03:02
bacım hikayelerin gerçekten çok güzel devamını bekliyorum.

sagol gardas, ama neyazikki benim hikayelerim diil. hepside Ailem Derigisinden alinti!

SivasLady
09.10.2005, 21:53
PAPATYANIN HİKAYESİ
Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya..Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana..
Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormus.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı,Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden..Zambaklardan...
Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını.. Bir gün, Aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş..Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş..
Ve işte bir gün..
Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış..Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmus bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..
Ama işte bir sabah... Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüs.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..
Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış..Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış..
Ama gövden seni taşımıyor demisş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdigini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..
Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her seye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel oldugunu söylememiş, Ama onu aslında hep sevmis.. Papatya anlamış artık..
Sevgi, emek istermiş...
Yere düstüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..Teşekkür etmis ona içinden..Son yaprağıda kuruduğunda, Biliyormuş artık..

Gerçek sevginin,söylemeden, yaşamadan, ve asla kavuşmadan varolabileceğini...

SivasLady
09.10.2005, 21:53
Uzun zaman önce,dünya yaratilmadan ve insanlar dunyaya ayak basmadan önce,iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarini
bilemez vaziyette dolaniyorlarmis.
Bir gun toplanmislar ve her zamankinden daha sikkin oturuyorlarken
Saflik ortaya bir fikir atmis: "Neden saklambac oynamiyoruz?"
Ve hepsi bu fikri begenmis,ve hemen Çilginlik bagirmis:"Ben ebe olmak istiyorum!!!"
ve baska hic kimse Çilginligi arayacak kadar çildirmadigi için,Çilginlik bir agaca yaslanmis ve saymaya baslamis...
1,2,3... Ve Çilginlik saydikça,iyi huylarla kötu huylar saklanacak yer aramislar.
Sevkat Ay`in boynuzuna asilmis,Ihanet çöp yigininin içine girmis,
Sevgi bulutlarin arasina kivrilmis,Yalan bir tasin altina saklanacagini söylemis ama yalan söylemis
çünkü gölün dibine saklanmis.Tutku dünyanin merkezine gitmis,Para Hirsi bir çuvalin icine girerken çuvali yirtmis...
Ve Çilginlik saymaya devam etmis,79,80,81,82,83...Askin disinda,bütün iyi ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmis.
Ask kararsiz oldugu gibi,nereye saklanacagini da bilmiyormus.
Bu bizi sasirtmamali çünkü hepimiz Aski saklamanin ne kadar zor oldugunu biliriz.Ve Çilginlik 95,96,97.. ye gelmis
ve 100 e vardigi an Ask siçrayip güllerin arasina girmis ve saklanmis.Ve Çilginlik bagirmis"Sagim solum sobedir,
geliyorum!" ve arkasina döndugunde ilk önce Tembelligi görmus,o ayaktaymis çünkü saklanacak enerjisi yokmus.
Sonra Sefgat`i ayin boynuzunda görmus ve Ihaneti çöplerin arasinda,Sevgiyi bulutlarin arasinda,
Yalani gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanin merkezinde,hepsini birer birer bulmus sadece biri hariç.
Ve Çilginlik umutsuzluga kapilmis,en son sakli kisiyi bulamamis.
Derken Haset,Askin bulunamamasindan haset duyarak,Çilginligin kulagina fisildamis:
"Aski bulamiyorsun,o güllerin arasinda.."Ve Çilginlik çatal seklinde tahta bir sopa almis ve güllerin arasina
çilginca saplamis,ta ki yürek burkan bir haykirma onu durdurana kadar.Ve haykiristan sonra
Ask elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çikmis,ve parmaklarinin arasindan iki sicim kan akiyormus,gözlerinden.
Çilginlik Aski bulmak için heyecandan Askin gözlerini kör etmis."Ne yaptim ben? Ne yaptim ben? "diye bagirmis.
"Seni kör ettim.Nasil onarabilirim? "Ve Ask cevap vermis"Gözlerimi geri veremezsin ama benim kilavuzum olabilirsin. " VE O GÜNDEN BERI, ASKIN GÖZÜ KÖRDÜR VE ÇILGINLIK HER ZAMAN YANINDADIR!!!!

SivasLady
09.10.2005, 21:54
Saate bakmaksizin kapisini çalabilecegi bir dostu olmali insanin... "Nereden çiktin bu vakitte" dememeli, bir gece yarisi telasla yataktan firladiginda; "Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamali...
Arka bahçede varligini sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefali bir agaç gibi köklenmeli hayatinda; sen, her daim onun orada durdugunu hissetmelisin. ihtiyaç duydugunda gidip müsfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarina saklanabilmelisin. Kucaklamali seni güvenli kollari ...
Dallari bitkin basina omuz, yapraklari kanayan ruhuna merhem olmali...
En mahrem sirlarini verebilmeli, en derin yaralarini açip gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasinda bir tek o, sözünü egip bükmeden söylemeli, yanlis anlasilmayacagini bilmeli. Alkislandiginda degil sadece, asil yuhalandiginda yaninda durup koluna girebilmeli.Övmeli alem içinde, bas basayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdügünde de sövdügünde de bunun iyilikten oldugunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmali hatalarinin; Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sirdas... Gözbebekleri bulutlandiginda yaklasan firtinayi sezebilmelisin. Ve sen agladiginda, onun gözünden gelmeli yas...

SivasLady
09.10.2005, 21:55
ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER.... Kan rengi, kipkirmizi güllere bayilirdi. Zaten onlarla adasti da. Rose... Gül... Kocasinin sevgili Rose'u... Her yil Sevgililer Günü'nü kapinin önünde buldugu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kirmizi güllerle kutlardi. Hiç aksamadan. Hatta, esini kaybettigi yil dahi kapisi çalinmis, gülleri kucagina birakilmisti.. Tipi geçmiste oldugu gibi, küçük bir kartla birlikte.. Her yil güllere ilistirdigi karta ayni cümleleri yazardi: "Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..." Birden, bunlarin son gülleri oldugunu düsündü.. Önceden ismarlanmis olmaliydi.. Ölecegini nasil bilebilirdi?.. Zaten her seyi önceden planlamayi ve yapmayi severdi, yumurta kapiya gelmeden... Gülleri özenle içeri tasidi.. saplarini kesti, vazoya yerlestirdi.. Vazoyu da konsolun üzerine, esinin kendisine gülümseyen fotografinin yanina koydu. Orada kocasinin koltugunda oturup saatlerce güller ve fotografi seyretti sessizce.. Bitmek bilmeyen bir yil geçti.. Yapayalniz ve hüzün dolu bir yil.. Sonra bir sabah kapi çalindi.. Tipi eski günlerde oldugu gibi.. Kirmizi gülleri, üzerinde küçük kartiyla birlikte esikteydi.. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldi. Saskinlik içinde dogru telefona gitti. Çiçekçi dükkanini aradi... Onu bu kadar üzmeye kimin hakki vardi? "Biliyorum" dedi, çiçekçi.." Esinizi geçen yil kaybettiniz.. Telefon edeceginizi de biliyordum.. Bugün size yolladigim gülleri çok önceden ismarlamis, parasini da ödemisti.. Hep öyle yapardi zaten, hiç sansa birakmazdi. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yil yollayacagim. Bir de özel kart vardi, kendi el yazisiyla. Bilmeniz gerek diye düsünüyorum.. Ölümünden sonra çiçeklere ilistirmemi istedigi kart..." Rose hiçkiriklar arasinda tesekkür ederek telefonu kapatti. Parmaklari titreyerek zarfi açti.. "Merhaba gülüm" diye basliyordu, kart.. " Bir yildir ayriyiz. Umarim senin için çok zor olmamistir. Yalnizliginii ve acilarini hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydim neler çekerdim kimbilir? Sevgi paylasildiginda yasamin tadina doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatilmayacak kadar çok sevdim. Harika bir estin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yildir ayriyiz. Kendini birakma. Aglarken bile mutlu olmani istiyorum. Onun için bundan sonraki yillarda güller hep kapimizda olacak. Onlari kucagina aldiginda paylastigimiz mutlulugu ve kutsandigimizi düsün. Seni hep sevdim.. Her zaman da sevecegim. Ama yasamalisin. Devam etmelisin... Lütfen.. Mutlulugu yeniden yakalamaya çalis. Kolay degil, biliyorum ama bir yolunu bulacagina eminim... Güller, senin kapiyi açmadigin güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi bes ayri zamanda gelip kapiyi çalacak, eve dönüp dönmedigini kontrol edecek. Besinciden sonra emin olarak gülleri ona verdigim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyyen kavustugumuz yere birakacak..

Sweetgirl
10.10.2005, 12:25
Genc kadin, bebegin güzelligi karsisinda büyülenmis gibiydi. Kivircik sari saclari, iri mavi gözleri, kalkik bir burun ve kücük kirmizi dudaklariyla bir kartpostali andiran bebek, kadinin simdiye kadar görüdügü en cana yakin kiz cocuguydu. Onun ipek yanaklarini doya doya öpmek ve cennet kokusunu icine cekmek icin egildiginde:
- 'Dokunma bana ...' idye bir ses duydu. 'Beni oksamaya hakkin yok senin.' Kadin korkuyla irkilip etrafina bakindi. Bebekle kendisinden baska icerde kimse yoktu. Ayni sesi tekrar duydugunda bebege döndü. Aman Allah'im!... Yeni dogmus gibi görünmesine ragmen konusan oydu.
-'Bana yaklasmani istemiyorum.' diye devam etti. 'Hemen uzaklas benden.'
Kadin biraz olsun kendini toplayarak -'Cocuklarimiz hep erkek oluyor.' dedi. 'Onlar da güzel; ama kiz cocuklari baska. Bu yüzden seni öpmek istedim.'
-'Beni öpemezsin ki?' Bebek, hickiriklara bogulurken: -'Bunun sebebini bilmen gerekir' dedi. 'Düsünürsen mutlaka bulacaksin.'
Kadin, neler olup bittigini hatirlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasinda yatiyor ve narkozun tesirinden midesi bulaniyordu. Aile dostlari olan taninmis doktor, odayi dolduran ciceklerden bir tanesini vazodan cikartip kadina uzatirken:
-'Gecmis olsun hanimefendi' dedi. 'Basarili bir kürtajdi dogrusu. Ha..! Sahi 'kiz' mis aldirdiginiz.'

Cüneyt Suavi'nin "Hayatin Icinden" adli eserinden alinmistir.

ReDYiGiDo
10.10.2005, 12:32
>INANIYOR MUSUN?
>Adamin biri her zaman yaptigi gibi sac ve sakal trasi olmak için
berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete basladilar.
>Degisik konular üzerinde konustular. Birden Allah ile ilgili konu acildi...
Berber: " Bak adamin, ben senin söyledigin gibi Allah'in varligina inanmiyorum."
>Adam: " Peki neden böyle diyorsun?"
>Berber: " Bunu açiklamak çok kolay. Bunu görmek için disariya
>çikmalisin. Lütfen bana söyler misin, eger Allah var olsaydi, bu kadar çok sorunlu,
>sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terkedilmis çocuklar olur muydu?
>Allah olsaydi, kimse aci çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydi, bunlarin olmasina izin verecegini sanmiyorum..."
>
>Adam bir an durdu ve düsündü, ama gereksiz bir tartismaya girmek istemedigi için cevap vermedi. Berber isini bitirdikten sonra adam disariya çikti. Tam o anda caddede uzun saçli ve sakalli bir adam gördü. Adam bu kadar daginik göründügüne göre belli ki tras olmayalı uzun süre geçmisti. Adam berberin dükkanina geri döndü.

>Adam: " Biliyor musun ne var, bence berber diye birsey yok"
Berber: " Bu nasil olabilir ki? Ben buradayim ve bir berberim."
Adam: " Hayir, yok. çünkü olsaydi, caddede yürüyen uzun saçli ve sakalli adamlar olmazdi."
>Berber: " Himmm... Berber diye birsey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?"
>Adam: " Kesinlikle dogru! Püf noktasi bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. Iste dünyada bu kadar çok aci ve keder olmasinin nedeni!"

S.Yildiz
10.10.2005, 12:32
BABAMI İSTİYORUM

Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki
çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.
Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar para
kazanıyorsun" diye sordu... Zaten yorgun gelen
adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi.
Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek
istiyorum" diye üsteledi. Adam "İllâ da bilmek
istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi. Bunun
üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç
verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip,
"Benim senin saçma oyuncaklarına veya
benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi,
derhal odana git ve kapını kapat" dedi.
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere
cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat
geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve
çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını
düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...
Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...
Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye
sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...
"Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana
az önce sert davrandığım için üzgünüm.
Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...
Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler
babacığım"... Hemen yastığının altından
diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın
suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran
olduğu halde neden benden para istiyorsun?...
Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak
vaktim yok" diye kızdı... Çocuk "Param vardı
ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde
mahcup bir gülücükle paraları
babasına uzattı; "İşte 20 milyon...
Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."

CÜSSKB-Aynur
10.10.2005, 12:45
KARTAL TAVUK
Bir zamanlar, büyük bir dağda kartallar yuva yaparlarmış. Bir kartal da 4 tane yumurtası ile bu dağda yaşıyormuş. Bir gün bir deprem olmuş. Ve yumurtalardan bir tanesi dağdan yuvarlana yuvarlana vadide yer alan bir çiftliğe kadar düşmüş. Bu çiftlik bir tavuk çiftliğiymiş.

Çiftlikteki tavuklar, bu değişik ve normalden büyük yumurtayı sahiplenmeye karar vermişler. Yaşlı bir tavuk bu yumurtayı ve içinden çıkacak yavruyu, koruması altına almış.

Bir gün, küçük kartal doğmuş. Çevresinde tavukları görmüş ve kendini bir tavuk zannetmiş. Bütün tavuklar da ona bir tavuk gibi davranmışlar. Ailesini de çok seviyormuş. İçinden, bazen, “ben kimim?” sorusu geçiyormuş. Ama o bir tavukmuş. Bunu böyle bilmeliymiş.

Birgün çiftlikte oyun oynarlarken, yukarı baktığında bir grup kartalın özgürce uçtuklarını görmüş. "Aman Allah’ım, ne kadar güzel uçuyorlar. Ben de onlar gibi uçmayı çok isterdim" demiş. Tavuklar, bu düşünceye hep birlikte gülmüşler. "Sen bir tavuksun ve tavuklar uçamazlar" demişler.

Küçük kartal, artık daha sık gökyüzüne bakıyor ve uçan kartallar gibi uçmak, özgür olmak istiyormuş. Ne zaman bu düşüncesinden arkadaşlarına, ailesine bahsetse, hep şu cevabı alıyormuş. "Sen bir tavuksun. Bırak bu hayalleri."

Zamanla, küçük kartal da bu düşünceyi kabul etmiş. Hayal kurmaktan vazgeçmiş ve hayatını bir tavuk olarak yaşamaya karar vermiş. Ve hayatının sonu geldiğinde de bir tavuk! olarak ölmüş.

Kıssadan hisse: Ne olduğunu düşünürsen, o olursun. Eğer, hayatınızın herhangi bir zamanında, kartal olma hayalini kurarsanız, hayallerinizi takip edin. Tavukların sözlerini değil.

S.Yildiz
10.10.2005, 14:01
SERÇE VE GÖÇMEN KUŞUN HİKAYESİ

İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye

Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber
Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.
Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...
Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,
Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.
O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...
Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz
Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye
Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...
Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş
Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara
Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış
Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.
Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...

Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...

x_burnley
10.10.2005, 14:33
SWEET VALLA AĞZINA VE YÜREĞİNE SAĞLIK ÇOK GÜZEL ŞİİRLER BUNLAR UMARIM SANA BİZLERDE AYAK UYDURURUZ BAŞARILARIN DEVAMINI DİLERİM

Kaptan-58
10.10.2005, 14:42
*** BİR AŞK HİKAYESİ ***

Bu yazı gerçek bir aşk hikayesini anlatmaktadır ve yazıların hepsi aşık delikanlının günlüğünden alınmıştır.

10. sınıf

İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için 'benim en iyi arkadaşım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

11. sınıf

Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabiki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymore'un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Son sınıf

Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve "çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek" dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadaş" olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana "hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini" söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı...

Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasini almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Aradan yıllar geçti...

Bir düğün salonundayım ve o kızın nikahını izliyorum... evet artık evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum" demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve "nikahıma geldin teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Yıllar çok çabuk geçti...

Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi...

"Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum... Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi..."

CÜSSKB-Aynur
10.10.2005, 14:59
DOST DEDİĞİN
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...

Sarılınacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana sarılmalı....

Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı..

Dost dediğin; fanatik olmalı;

Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli,

Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,

Ve ağladığında, seninle ağlamalı...

Ama hepsinden daha çok;

Dost matematiksel olmalı;

Sevinci çarpmalı...

Üzüntüyü bölmeli...

Geçmişi çıkarmalı...

Yarını toplamalı...

Kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı...

Ve her zaman Bütün parçalardan daha büyük olmalı...

İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...

SivasLady
10.10.2005, 19:41
Bir zamanlar Dünyaya gelmeye hazirlanan bir çocuk varmis. Bir gün Yüce Allah'a sormus : -Allah'ım beni yarin dünyaya gönderecegini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki orada nasil yasayacagim?Tüm meleklerin arasindan bir tanesini senin için seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.Melegin sana her gün sarki söyleyecek ve gülümseyecek.Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksin.PEKIII! Insanlar bana birsey söylediklerinde dillerini bilmeden söylenenleri nasil anlayacagim?Melegin sana dünyada duyabilecegin en güzel, en tatli sözcükleri söyleyecek, sana konusmayi dikkatle ve sevgiyle ögretecek.-Peki ALLAH'IM, Ben seninle konusmak istersem ne yapacagim? Melegin sana ellerini açarak bana dua etmeyi ögretecek.Dünyada kötü adamlar oldugunu söylüyorlar, beni kim koruyacak?Melegin seni kendi hayati pahasina dahi olsa daima koruyacak. Fakat ben seni bir daha göremeyecegim için çok üzgünüm. Melegin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarini sana ögretecek. ....O sirada CENNETTE bir sessizlik olur ve dünyanin sesleri cennete gelmeye baslar. Çocuk gitmek üzere oldugunu anlar ve son bir soru sorar.ALLAH'IM, eger gitmek üzere isem lütfen çabuk söyle benim melegimin adi ne? Meleginin adinin önemi yok yavrum, sen onu ANNE diye çagiracaksin.

S.Yildiz
13.10.2005, 13:39
Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde bir kasabada yasayan dünyalar güzeli bir kiz varmis...

Bu kiz öyle güzelmis ki çok uzak sehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakisikli, asil pek çok delikanli onu görmeye gelirmis..Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi, nice sövalyeyi reddeden güzel kiz kimseleri begenmezmis...

Bu arada ayni kasabada yasayan ve bu kiza asik olan bir delikanli da bu kizi istemis..Ama kiz onu da reddetmis...

Aradan uzun yillar geçmis..Bizim delikanli kasabadan ayrilmis..Kendine baska bir hayat kurmus ve evlenmis, çoluk çocuga karismis... Bir gün yolu bir zamanlar yasadigi güzel, küçük kasabaya düsmüs.. Orada tanidik birine rastladiginda aklina bir zamanlar orada yasayan dünyalar güzeli kiz gelmis ve ona ne oldugunu sormus... Yasli adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kizin evlendigini söylemis... Bizimki, bir zamanlar herkesi reddetmis olan kizin kocasini çok merak etmis...

Bir gün gizlenip kocasini evden çikarken görmüs.. Kizin kocasi sisman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammis...

Üstelik zengin bile degilmis..Çok merak eden adam kocasi gittikten sonra evin kapisini çalmis... Kiz kapiyi açinca kendini tanitmis ve neden böyle bir adamla evlenmis oldugunu sormus..

Kiz da ona, arkasindaki gül bahçesinden en güzel gülü koparip getirirse, cevabi verecegini, bu arada bahçede ilerlerken, geriye dönmemesi gerektigini söylemis.. Adam da bunun üzerine yüzlerce gülün oldugu bahçede ilerlemeye baslamis.. Birden çok güzel sari bir gül görmüs.. Tam ona dogru egilirken biraz ilerde kocaman pembe bir gül gözüne çarpmis. Tam ona uzanirken daha ilerde muhtesem güzellikte kirmizi bir gül goncasi görmüs... Tam onu koparirken ilerde... Derken bir de bakmis ki bahçenin sonuna gelmis ve mecburen oradaki sonuncu gülü koparip kiza götürmüs..

Bahçenin en güzel gülünü beklerken kiz bir de ne görsün yapraklari solmus ciliz bir gül...

Gülmüs adama... "Bak gördün mü" demis,
"Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve Sen sonunda en kötüsüne bile razi olmak zorunda kalirsin..."

x_burnley
13.10.2005, 13:53
AĞZINA VE YÜREĞİNE SAĞLIK SWEET BU KONUDA ÇOK BAŞARILSIN BU GÜZEL YAZILARININ DEVAMINI DİLERİM


Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden

Bana bir şarkı söyle
İçimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divâne
Yaralıyım, çaresizim, umutsuzum

Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dokul karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi

Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan

Bana bir şarkı söyle
Bazan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
İşte öyleyim, kapkarayım bugün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle

CÜSSKB-Aynur
14.10.2005, 11:20
ARKADAŞ MI, DOST MU ?
Baba ve oğul konuşuyorlarmış. Babası oğluna sormuş, "Senin kaç tane dostun var?"

Oğlan cevap vermiş: "Ohooo yüzlerce..."

Babası oğluna açıklamış.

"Bak oğlum" demiş insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak 1 ya da 2 tane dostu olabilir.

Oğlan saçma demiş. Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.

Öyle mi demiş babası? O zaman gel seninle bir test yapalım.

Adam birkac tane tavuk kesmis ve başka birkaç ıvır zıvır'la birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuval'dan kanlar akıyormuş. Şimdi git demiş bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardm iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün.

Çocuk çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış, başka arkadaşları bir daha onlarla konuşmamalarını görüşmemelerini rica etmişler, çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış.

Oğlan yüzü allak bullak babasına dönmüş olanları anlatmış. Babası demiş; "İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al bu çuvalı
benim dostuma götür."

Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. Sen Ahmet'in oğlusun değil mi demiş? Evet demiş çocuk. Ver elindekini diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Çocuğa su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya.

Çocuk ben artık gideyim demiş. Adam da babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum demiş.

Çocuk gitmiş babasına durumu anlatmış, gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım demiş. Yooo bitmedi demiş babası, şimdi tekrar git dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır. Çocuk olur mu hiç öyle şey demiş. Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu.

Çocuk çaresiz utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da babamın size iletmek istediği bir şey var demiş. Nedir o demeye kalmadan çocuk okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da nasıl vurdum diye.

Babasının dostu demiş ki, benim de babana iletmek istediğim bir şey var... Söyle o babana "biz bir tokata satmayız koskoca sarımsak tarlasını" demiş!

İşte böyle. Çocuk o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter derken ne demek istediğini...

Sen Gülerken yanındakiler de güler,
Ama ağlarken yalnız ağlarsın,
Onun için öyle bir ağaca yaslan ki,
Asla yıkılmasın.
Öyle bir dost edin ki,
Asla bırakmasın.

drummer
14.10.2005, 12:42
Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kim bu?
Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh'dır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh ı yanına çağırır ve; '' Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir.Şunu rica etsemde en azından Peygamber efendimizinki
gibi kısaltsan'' der. ve eliylede boyun alt hizasını gösterir.
Şıh; '' Emrin olur paşam'' diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer bir akşam Atatürk Amasya daki Şıh ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle
birlikte Şıh ın sakal boyunda en küçük bir kısaltma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valisine Tebliğ etmesini ister. Ertesi gün bir haber gelir ki Şıh efendi Ata yı görmek üzere Ankara ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir traşolunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafeti baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünmüştür.Atatürk ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata ya sorarlar; ''Aman paşam, o Şıhki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettinizden kökünden kesilmesini sağladınız?'' Ata gülümser, sonrada yanındakilere dönüp; '' Dün akşam Amasya valiliği ne bir yazı gönderdim
ve Şıh ı Afyon a Vali atadığımı bildirdim.'' der. Ardındanda yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı Şıh a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır; ''İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim.Valilik meselesine gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikilemde bırakmayalım. kal sağlıcakla....

işte lider ve devlet adamı budur.
şimdikilere bakınca aradaki farkı görüp kimin lider olduğunu iyice göebiliyorsunuz.
yazık ülkeme kimlerin eline kaldı

x_burnley
14.10.2005, 15:29
arkadaşlar elinize yüreğinize sağlık gerçekten çok güzel bunlar devamını dilerim

Sweetgirl
17.10.2005, 23:03
Bir fare bir devenin yularini eline aldi kurula kurula yollara düstü. Deve tabiatindaki mülayimlik yüzünden sessizce farenin arkasindan hic itiraz etmeden yürüdü. Bunun üzerine fare kibirlendi:
"Ben ne pehlivan ne yigit biriymisimki koskoca deveyi sürükleyip götürüyorum." dedi kendi kendine.
Deve farenin bu düsüncesini ve gurulanmasini anladi.
"hele bir sirasi gelsin ben o zaman senin dersini veririm" diye düsündü, sabirla yürümeye devam etti.
Gide gide derken büyük bir irmagin kenerina vardilar. Fare irmagi görünce durdu. Adeta kani dondu. Deve bunu görünce
"Ey daglarda ovalarda önümde yürüyüp yol gösteren, neden durdun? Sen benim kilavuzum, öncümsün yürü ki arkandan geleyim." ded.
Su devenin ancak dizine geliyordu: "Aa kör fare su diz boyuymus, neden bu kadar korktun" A hayvanlarin yüz karasi!" dedi deve.
Fare: "Dizden dize fark var, senin icin karinca olan bizim icin ejderha sayilir. Senin icin diz boyu olan su benim boyumu yüz kere asar." dedi.
Bunun üzerine deve:
"Öyleyse, dedi. Bir daha küstahlik etmeye kalkisma da canin yanmasin. Kendin gibi farelerle boy ölcüs devlere yanasma."
Fare hatasini coktan anlamisti.
"Tövbe ettim, Allah (cc) rizasi icin beni bu sudan gecir". diye yalvardi.


Toprak yemeye alisirsan, seni bundan men etmeye kalkana düsman olursun.
Puta tapanlar bu tapinmayi huy edindiklerinden bunu men etmeye kalkanlara düsman olmuslardir.
Sehvet yilanini önceden öldür, yoksa hemen ejderhalasir. Fakat ne yazikki herkes kendi yilanini karinca görür, sen kendini bir gönül ehline sor.

Sweetgirl
19.10.2005, 07:06
Iyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaclara devlet hazinesinden borc para veriyor, borc alanlar, "Bunu ne zaman geriye ödeyecegiz?" diye sorduklarinda. "Padisahimiz ölünce ödersiniz." diye cevap veriyordu.
Bu duruma sahit olan bir adam bir gün padisaha, "Efendimiz sizin veziriniz devletinzin hazinesinden muhtaclara borc para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bagliyor. Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paralari zimmetine gecirecek." diye gammazladi.
Bu ihbar üzerine padisahin vezirine karsi kalbi bozuldu. Kendisini huzuruna cagirip söylenenlerin dogruluk derecesini ve maksadinin ne oldugunu sordu. Vezir siradan bir vezir degildi. Görevinin disindaki birtakim incelikleri de biliyordu.
Padisahi yatistiran ve yüregini ferahlatan su aciklmada bulundu: "Padisahim, söylenen dogrudur. Ben hazineden muhtaclara borc para veriyor, vadesinin de sizin ölümünze bagliyorum. Ama bunu sizin ölmenizi degil, tersine daha cok yasamanizi istedigim icin yapiyorum. Bilirsiniz ki her borcluya borcunun vadesi kisa gelir, vade dolmasin diye bakar, bunun icin dua eder. Bu demektir ki borclarini siz ölünce verecek olanlar, borclarinin vadesi dolmasin diye sizin ölmemeniz icin dua edeceklerdir. Allah katinda en makbul dualardan biri de borc altindaki kullarinin duasidir. Benim de makasadim ömrünüzün uzunlugu, saglik ve afiyetinizdir."

Sweetgirl
19.10.2005, 13:52
Hz. Ebu Bekir'e kendisine her gün yemegini getiren hizmetcisine her defasinda yemegi nereden getirdigini hangi yolla tedarik ettigini soruyordu. Bir defasinda sormayi unutur. Ihtimal uzun zamandir actir. Lokmayi agzina koyduktan sonra aklina gelir ve hizmetcisine yemegi nereden temin ettigini sorar.
Hizmetcisi söyle cevap verir: "Ey Allah'in peygamberinin halifesi! Ben cahiliye devrinde arraflik (gaipten haber veren, kahin, falci) yapiyordum. Halk bunun karsiliginda bana para veriyordu. O dönemlerde yaptigim arrafliktan dolayi birisinden alacagim vardi. Onu aldim ve bu yemegi onunla yaptim."
Bunu duyan Hz. Ebu Bekir'in birden rengi atar, elini girtlagina kadar götürerek midesinde ve girtlaginda bulunan seyleri disariya cikarir.
Onun bu hassasiyetini gören Sahabi, "Ey Allah'in Peygamberinin halifesi! Bu kadari fazla degil mi? Ne diye kendine bu kadar izdirap veriyorsun?" diye sorar. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir söyle cevap verir: "Ben Rasul-ü Ekrem'den isittim. O (sallallahü aleyhi ve sellem) vücudunda bir tek haram lokma bulunan bir insanin ancak cehennemle temizlencegini buyurmustu."

Cok kötü kimseler vardir ki kazanclari kötüdür, ancak bu kötü kazanclari icinde iyi kazanclari, kendilerinin iyi taraflari, üstün meziyetleri, talim ve terbiye mevzuunda takdir edilecek yönleri vardir. Bunlardan bazen iyi evlat dünyaya gelebiir. Iyi kimselerin de bazen kötü taraflari ve kötü kazanclari vardir ki, denk gelir ve o kimselerden kötü evlat da olabilir.

OrhanKARAHAN
19.10.2005, 20:58
Sana ilk rastladığımda vapura yetişmeye çalışıyordun. Telaşlı adımlar atıyordun, aceleci ve kıvrak. Bir Şubat akşamıydı, hafif bir rüzgar esiyordu. Bir elin savrulan saçlarındaydı, diğer elinle kitaplarını tutuyordun. Bütün halatlarından kurtulmuştu vapur, sen iskelede dudaklarını ısırıyordun.

Bir sinema çıkışında rastladım tekrar sana. Yanında birkaç arkadaşın vardı. Merdivende sigara içiyordunuz. Biz boşaltıyorduk salonu, siz girmeye hazırlanıyordunuz.

Şiir Cafe'de karşılaştık sonra. Ben şiirimi okumuş yerime dönüyordum. Göz göze geldik seninle, gözlerinle bana gülümsüyordun. Bir tek gül vardı masadaki vazoda ve bir de mum. Gizemli şiirler okunurken gitar eşliğinde, sen gülü kokluyordun.

Çorbacıya gittik şiirler bitince. Grupta sen de vardın. Ağır ağır inerken merdivenlerden, şiirimi beğendiğini söylüyordun.

Sabaha kadar birlikteydik o gece, gözlerimi her kapayışımda sen geliyordun...

Artık düşlerimde sen vardın. Hayallerimde, şiirlerimde... Seni görüyordum baktığım her yerde. Seni anlatıyordum yazdığım hikayelerde.

Rastlantılar bitmişti, buluşmaları biz ayarlıyorduk. Yeni şiirlerle geliyordum yanına, eleştirileri birlikte yapıyorduk.

Bir ilkyaz günüydü. Karşıyaka sahilinde yürüyorduk Bir çocuk yaklaşmıştı yanımıza "Sevdiğinin baaşı için abi" diye elindeki demetten bir gül uzattı bana. "Sevdiğime"diyerek vermiştim o gülü, yüreğimde kabaran sevdalarla sana.

Deniz sakindi, gürültücü martılar yoktu. Bir vapur yalpalayarak ilerliyordu Konak'a doğru, yakamozları yırtarak. Doğru sözcükleri bulamıyorduk belki ama gözlerin her şeyi anlatıyordu. Elinde bir tek gül duruyordu.

Önce mevsimler birbirini kovalamaya başladı. Sana adandı yaşadığım tüm zamanlar. Engelli bir koşuya benzese de hayat, yanağında açılan kırmızı bir gül oldu yıllar.

Iki tomurcuğumuz oldu, iki mutluluğumuz. Birincisi aslan bir yürek taşıyordu göğsünde, diğeri nazlı bir serçe.

Sevinçlerimiz de oldu, üzüntülerimiz de. Acılarımız da oldu, mutluluğumuz da. Gün geldi uzak şehirlerden düşledim seni, uzak şehirlerde. Gün geldi yan yana iki uçurtma olduk gökyüzünde, gülümsedik dünyaya birlikte.

Şimdi uyuyorsun, yastığına bir gül koyuyorum

OrhanKARAHAN
19.10.2005, 21:05
nette buldum bu hikayeyi paylaşmak istedim

FATIMA
19.10.2005, 22:03
SEN Bİ TANESİN BACIM...AMA DAHA ÇOOOOOOKKK HİKAYE İSTİYOZ.....

Sweetgirl
20.10.2005, 15:00
Bir Hak dostu, "Beni bir kedi irsat etti." der. Tasavvuf kitaplarinda Timurlenk'le alakali söyle bir hadise anlatilir:
Timurlenk bir gün bir koyun calar.
Timurlenk'in baslangici koyun hirsizidir. Osmanli'dan Anadolu'yu calmasi onun ikinci isidir.
Koyunlardan birinin calindigini gören coban, sadagindan bir ok cikararak atar ve ok Timurlenk'in ayagina saplanir. Bu sebeple topal kalir. Daha sonra o, "Benden hicbir sey olmaz." Diyerek bedbin, ümitsiz ve kalbi kirik bir sekilde bir harabeye giderek orada dinlenir. Bu sirada gözüne bir karinca takilir. Karinca büyükce bir saman cöpünü sirtlanmis, yüksekce bir yere tirmaniyor. Tirmanma esnasinda cöpü düsürüyor. Sonra tekrar alip yine deniyor. Ta hedefine varincaya kadar bu islemi defalarca devam ettiriyor. Bu manzarayi seyreden Timurlenk, "Ben bu karincadan daha aciz degilim. Ben de basarili bir insan olacagim." der. Tasavvuf ehli buradan bir karincanin insana isik tutabildigini cikarir. Evet, birisi kediden, birisi karincadan, hatta baska biriside bir baska böcekten ders almistir.

muRTix1
20.10.2005, 15:05
süperr:D hikayeler thanky youuu

CÜSSKB-Aynur
20.10.2005, 15:07
KAÇ KIRLANGIÇ KOVALADINIZ ?
Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra, küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık... Tık...Tık... Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış.
Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.
Adam birden parlamış: “Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam” demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş: Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?
Kırlangıç mahcup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş: Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam!
Adam kararlı, adam ısrarlı: Yok, yok ben seni içeri alamam demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. İşim gücüm var, git başımdan.
Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş: Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın yalnızlığını paylaşırım, demiş.
BAZILARI GERÇEKLERİ DUYMAYI SEVMEZMİŞ! Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş: Ben yalnızlığımdan memnunum,demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş.
Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş: Hay benim akılsız başım; demiş. Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma, keyifli vakit geçirirdik birlikte. Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim. Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama... Onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış.
Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki: "KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ 6 AYDIR...." HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ ELİNİZE GEÇER VE DEĞERLENDİRMEZSENİZ UÇUP GİDER! HAYATTA BAZI İNSANLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ KARŞINIZA ÇIKAR; DEĞERİNİ BİLMEZSENİZ KAÇIP GİDERLER! VE ASLA GERİ DÖNMEZLER!
Dikkatli olun... Farkında olun... Ve bir düşünün bakalım; Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?

5841
20.10.2005, 17:50
TURKIYE MI SEVIYORUM
Hüseyin'in Anası

Yıl 1915, yağmurlu ve serin bir sonbahar gecesi... Çanakkale Savaşı kazanılmış fakat milletin harim-i ismetine el uzatmak isteyen bakışı bulanmış yedi düvelle karşı harp bütün şiddetiyle devam etmektedir.

Bir zamanlar yedi iklime dal budak salarak “Devlet-i ebed müddet” namıyla buyruk yürüten Osmanlının kök şehri bu defa başka bir faaliyete sahne olmaktadır.
Bıyıkları yeni terlemiş yağız delikanlılar istasyonda vagonlara doluşarak “yurdunu alçaklara çiğnetmemek için” frenk işgalcileri ile yaka paça olma azırlığındadırlar.
Trenin kalkışı için kampana çalışmış, istasyon hareketlenmiştir. Bu arada sık sık çakan şimşekler, istasyonun bir köşesinde dimdik ayakta duran yaşlı bir Türk anasının abideleşmiş siluetini nazara vermektedir. Yağmura ve soğuğa aldırış etmeden orada bir sutun gibi bekleyen bu kadının hali kumandan Abdulkadir Bey'in dikkatini ve hürmetini celbeder. Bir koşu yanına kadar gidip bir isteğinin olup olmadığını sorunca ihtiyar kadın, bir tekmil verme edası içinde “Söğütün Akgünlü köyünden Mehmet oğlu Hüseyin” in annesi olduğunu ve aslanını selametlemeye geldiğini söyler.
Kumandan, yüzünde sanki asırların çilesi bulunan bu mubarek ananın duasını alabilmek için Hüseyin'ine haber yollatır. çağırıldığını öğrenen genç delikanlı hemen seğirterek anasının haritalaşmış mubarek ellerine sarılır.
Çileli ana ciğerparesini parçalarcasına bağrına son bir kez daha basıp koklar ve ardından tarihin durup dinlediği şu sözleri söyler:
“Hüseyinim yiğit oğlum benim... Dayın Şipka'da, baban Dimetoka'da, ağalarını sekiz ay evvel Çanakkale'de şehit düştüler. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, camilerin kandili sönecekse sütüm sana haram olsun, öl de köye dönme!. Yolun Şibka'ya uğrarsa dayının ruhuna fatiha okumayı unutma. Haydi oğul Allah yolunu açık etsin”
Bu sözler, bir Türk anasının hayatta kalan son evladına nasihatleridir.
Komutan, Bu şuur abidesi kadının sözleri karşısında donakalır. Gayr-i ihtiyari sorar: “Demek sizin ailenin erkekleri hep şehit oldular öyle mi?”
Başımıza taç yapacağımız ihtiyar ananın şu cevabı ise komutan Abdülkadir Beyin iliklerine işleyecek kadar ibretlidir:

”Yalnız bizim ailenin değil oğul, bizim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi. Vatan sağolsun da, Hepimiz ölelim ne çıkar?...”

dogukan58
22.10.2005, 21:51
ölenler hep ihtiyar mı?

1967_DERNEK_10UR
22.10.2005, 23:12
TEK TEK OKUDUM HEPSİ BİRBİRİNDE GÜZEL ,ANLAMLI,DÜŞÜNDÜRÜCÜ..

KEREM_58_34
23.10.2005, 01:49
BU ŞİİRLER DE BENDEN BU ŞİİRLERİN BENİM İÇİN ÇOOK ÖNEMİ VAR...


Ağlama gözlerine yaş değmesin gül dudaklarından tebessüm eksilmesin sev kalbinden yerim eksilmesin unutma ki benim için değerlisin.

Bir nasihat:Kendine dikkat et.Bir rica:Sakın değişme.Bir Dilek:Beni unutma.Bir yalan:Seni hiç sevmiyorum.Bir gerçek: SENİ SEVİYORUM.

Sen bazen dudağımdaki gülücük bazen yüreğimdeki ateş bazen de gözümden akan yaşsın ama her zaman küçük kalbimdeki en büyük parçasın Sen Canımsın Bitanemsin.

Ben her gece sen uyurken dalga vuruyorum sahillere , Rüzgar olup esiyorum sessizce , sen uyurken yüreğim geliyor üstünü örtmeye bensiz ÜŞÜRSÜN DİYE ! ! !

Ellerini tutmaktan değil bir gün bırakmaktan korkarım acı çekmekten ağlamaktan değil seni incitmekten korkarım.Benim tek sevdiğimsin ben sensizlikten korkarım...

Korkma sakın gecelerden ! Pencerende yıldız gibi parlayacağım uzaklarda ‘yalnızım’ Sanma ! Nefes gibi içinde.Gölge gibi arkanda,Kan Gibi Damarlarındayım...

Bulutların gözyaşları pencereye vururken hayallere daldığın bir gecede hangi hayaller sana uyumayı unutturuyorsa geleceğin sana onları yaşatsın...

Sen (S)eni düşün kimseyi düşünme.Sen (S)eni sev kimseyi sevme. Sen (S)ana güven kimseye güvenme baştaki (S) leri (B) yap Kimseye söyleme.

Cama vuran her damlada sen bir tek sen varsın Şimdi ne istiyorum biliyor musun ? Her gün yağmur yağsın...

kakikli
23.10.2005, 02:58
Güzel bir şey yap kardeşim. Dünyaya kırk kerre gelinmez. Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun... Bir şey yap.
Bir şey yap... Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör.
Veya:
Güzel bir şey yaz.
Beceremez misin? Öyleyse,
Güzel bir şeye başla.
...
Herkesin üstesinden geleceği bir şey mutlaka olmalı. O gayretten uzak duramayız. Vakit geçiyor. Vaktin geçişi ömrün beşinci vitese takılı olduğunu gösterir, unutma.
Zafer Dergisi'nde beynimi sarsan bir cümle okudum. Üç gün mü, beş gün mü önceydi kestiremem. Ama okudum. Ama şaşırdım, cümleyi bir türlü unutamadım. Şöyle diyordu:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTADIR"
Buyurun, biraz da sizler sarsılın.
...
Bu müthiş; dağ duruşlu, dev dürtüşlü cümlenin deyicisi Cüneyd Suavi... Ahh Cüneyd, şimdi yerlerdeyim. Yıkılmaz sandığım sabrımı, dirâyetimi, zihnimi yerlerde arıyorum.
Döküldüm.
Demek öyle ha?
Her insan ölecek yaşta...
Bir de kalkar savaşırız. Kavgalaşır, kuyular kazarız.
Az sonra ölecek olan bizler... Ne kadar da cahiliz.
...
Bu cümleyi gördükten sonra içimde "Büyük Patlama"yı duydum. Edecek iki çift sözüm olmalıydı.
İnsanlara, insanlığa bir şeyler demeliydim. Sonunda ard arda ve şimşek hızıyle bağırdım. Beynimden yüreğime doğru bir haykırıştı bu. Yüreğimden dalga dalga cevaplar yetişti:
Bir şey yap.
Zor ise:
Bir şey söyle.
Beceremiyorsan:
Bir şeyler gör.
Birşeyler yaz.
O da mı güç?
Bir şeylere başla.
Ama hep güzel şeyler olsun.
...
Çünkü:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA"
Geç kalmayasın!
...
Koca Mimar Sinan... yapmış da gitmiş.
Yunus Emrem... söylemiş de gitmiş.
Şeyh Edebalı... görmüş de gitmiş.
Fuzulî, Nedim, Şeyh Galip... yazmış da gitmiş.
Nene Hatun, Sütçü İmam, Antepli Şahin... başlamış da gitmiş.
...
Kimse kimseden eksikli değil.
Büyük değil, küçük değil, farklı hiç değil. Düşünebilen kişinin, üstesinden geleceği görevler mutlaka vardır.
Tekrarlıyorum:
Güzel bir şey yap,
Güzel bir şey söyle,
Güzel bir şey gör,
Güzel bir şey yaz, veya
Güzel bir şeye başla.
...
Geç kalıyorsun... geç. Cüneyd durmadan sesleniyor baksanıza:
"Her insan ölecek yaştadır!"


Yazar : Gürbüz Azak
sevgili kardeşim yazın için çok teşekkür ederim.
gerçekten harika .
şu an gözlerim dolu dolu...
tabi değer yazılarda çok güzel...
ellerinize sağlık...

kakikli
23.10.2005, 03:12
Çıktın mı? Hiç meraküm yaylasına, çekti mi? Ciğerler dolusu tertemiz kekik kokan havayı.
Peki ya! Tırmandın mı? Beşgardaşlar rampasından.
Duracağan yağdonduran geçidinde vereceğen arkanı delük daşa, içeceğen buz gibi suyu.
Emmi oğluyla beraber, pürçekli söktün mü?, öküzgötü yedin mi?, karamuknan elini yüzünü boyadın mı?., hatun göbeğe topladın mı?, güveminen dilini burdun mu?, sincanın suyunu sıkıp içtin mi?, kengel sağızı çıynadın mı?, tahıldan sakız yaptın mı?, ya kara çıtlık sakızı?, soğuk çermiğin suyuna şeker gatıpta gazoz yapmadın mı?, bembeyaz donla-tumanla sıcak çermiğin havuzuna girip sarıya boyadın mı?, tepe çermikde çimdin mi?, garlıpunara karpuz goyup ikiye yardırdın mı?,yılanlı çermikte yundun mu?, bayramlık pantolu çalıya daktın mı? Hafik lota gölüne balığa gittin mi?, Kızılırmak sularında doyasıya oynadın mı?, arı oğulu toplamak için iki daşı birbirine vurup gon-gon çığırdın mı? Aşuk attın mı?, pekiii gödelek oynadın mı?, çoban yastuğuna başını goyup uyudun mu?, kangal itinin yalamasıyla uyandın mı?, çarşı çeşmesinden ve kızlar punarından kepenek suyu içtin mi?, saman çuvalı ile kızak yapıp tepeden aşşa kendini güverdin mi?, sabah-akşam 50 tene malın bokunu temekten dışarı atın mı?, yaban tezeğe topladın mı? Peki ya tren yolundan kömür, kene ayıkladın mı?, ohra sıkıp hayvanın sırtından çıkarttın mı?, kayak evinde şömine karşısında sucuh ekmek yedin mi?, eksi 40 derecede temel tepede nöbet tuttun mu?, soğuktan donan ellerini egzozda ısıttın mı?, çamlıbelden aşıp Tokat’a gittin mi?, kuşburnu reçeli yaptın mı?, pezük turşusunun tadını bilir misin?, sen hiç dağda ceviz gibi doluya yakalandın mı?,
Çifte minareyi-buruciye medresesini-güdük minareyi-kurşunlu hamamını-yuharıtekkeyi-istasyon caddesini-hükümet meydanını-mısmılıırmağı-mundarırmağı gördün mü?, pekiya çıbırlar parkını-kaleyi gördün mü?, cezaevi halısı satın aldın mı?, çiğit çıtladın mı?, törenlerde özel günlerde çepük çaldın mı?, şarkı türkü dinlerken şıpıttın mı?, hasmına kümsük vurdun mu?, hısmına abuç dedin mi?, ırmağan kenarında yılgından çalgu kestin mi?, yavşandan ev süpürgesi bağladın mı?, kışın tel helva çektin mi?, peki komşunun tel helvasını soğuklanırken çaldın mı?, hamamda göbek daşına yatıp uyuyup kaldın mı?, işçi meydanında iş bekledin mi?, tahıl meydanında sıra bekledin mi? Demiryolu köprüsü altında kölgelendin mi?, bütün gece kaybolmuş davar aradın mı? Ahur seküsünde yatıp gece inek buzalattın mı?, harmanda patozun arkasını çektin mi?, dirgen sapıynan emminden zopa yedin mi?, döven sürdün mü?, kesek nedir bilir misin?, seninde gece yattığında kalbin elindeki nasırlarında atar mı?, iti-pisiği enükleriyle beraber telise koyup şeehere azıttın mı?, ayak keseri kulandın mı?, gamga topladın mı? Tandurun altını attın mı?, kazanın götünü kumladın mı?çirpi kırdın mı?, madımak-evelik-yemlik-tekesakalı-kürül-fiğ yedin mi?, kongre binasını gezdin mi?, paşa fabrikasını-gürün gökpınar gölünü gördün mü?, meydan camiinde namaz kıldın mı?, daşhandan alış veriş yaptın mı?, Cumhuriyet üniversitesi kampusünü gezdin mi?,Sivas bıçağı-kalem-kilim ve gümüş işi hediyeler aldın mı?, Sivas havaalanını kulandın mı?, Selçuklu eserlerini gezdin mi? Kadıburhanettinin türbesini ziyaret ettin mi? Tema vakfı ile 13 milyon ağaç diktin mi?, Sivas sporun maçında yürek dolusu coşkuyla ‘kırmızı beyaz üç yıldız Sivasspor heey!’ Diye bağırdın mı?, tarihi Sivas evlerinin fotoğraflarını çektin mi?, yeni açılan bulvar ve caddelerinden geçtin mi?, nenenin bişirdiği yıldız yemeğini-tırhıtı-kesme çorbasını-kavurma eriştesini-yumurta eriştesini-un herlesini-kesme sübresini yedin mi?, hedik kaynattın mı?, hiç sana seyip tavuğun turuncusu bulaştı mı?, minibüs şoförüne eğle! Gardaş eğleeeee! Diye bağırdın mı?

Her biri bir başkadır ilçelerinin, Yıldızeli’nde yıldız dağına gittin mi?, tüllüce kilimine uzandın mı?, Kemankeş Karamustafapaşa camiini ziyaret ettin mi?,
Kangalda balıklı kaplıcaya girdin mi?, Kangal köpeğini duydun ama Kangal koyununu duydun mu?, Kangal Alacahan sempozyumuna katıldın mı?, Güründe şuğul kanyonunu gezip kaya evleri gördün mü?, karadoruk tepesinde güneşin batışı bir başkadır bilir misin?, kızılburun köyü yeniçıktı mağrasına girdin mi?, Hafik’te dipsizgöl şelalesine gittin mi?, deliktepe höyüyüne girdin mi?, kenkürek kaya mezarına çıktın mı?, tuzhisar kilisesini ziyaret ettin mi?, Zara’da tödürge gölünde balık tuttun mu?, su kayağı yaptın mı?, Zara balını kaymakla tandır ekmeği ile yedin mi?, Suşehri yaylalarına çıkıp şenliklere katıldın mı?, Kılıçkaya ve çamlıgöze barajlarında piknik yaptın mı?, eşek meydanını gördün mü?, 17 ilçenin 17 ayrı görülmeye değer köşesi olduğunu biliyor muydun?, her biri birbirinden güzel, buram buram kekik kokan 1236 köyü olduğunu biliyor muydun? Ve bu köylerimizde yüreği temiz binlerce vatandaşımızın yaşadığını.
Sen bilir misin? Tarlada-kırda doğum yapmayı ya da katır sırtında saatlerce hasta taşımayı, öğretmeni olmayan soğuk duvarlı boş okulları, doktorsuz camları kırık sağlık ocakları, ödeneksiz kamu binaları gördün mü? Hiç.

Daha yazacak çok şey var Sivas için, yaşayan bilir Anadolu’yu hele ki benim gibi gurbette ise bir başka dokunur bu satırlar yüreğine.

BENİM MEMLEKETİMİN DAĞLARI KEKİK KOKAR.

NOT: Lafın gereği yöresel olarak kaba (argo denemez) sözcüklerden ötürü özür diler,
Saygılarımı sunarım.

Yazar:mehmet okatan

SİVAS SEN HİÇBİRŞEYE DEĞİŞİLMEZSİN AMA BU GURBET İCAD OLDU OLALI TÜM SEVENLERİN SENDEN UZAK OLARAK YAŞIYOR VE GÖRÜNEN O Kİ SENİ SEVENLER BİR ÖMÜR GURBETTE YAŞAYANLAR OLACAK...
LÜTFEN SİVASIMIZIN KIYMETİNİ BİLELİM ZAMAN GERİ GELMİYOR...

siradisi
01.11.2005, 19:39
eger gozlerimde bir damla yas olsaydin seni kaybetmemek icin hic aglamazdim

Sweetgirl
07.11.2005, 19:12
Dervis yillardir cölde yapayanliz yasiyordu. Yaninda ne bir kova vardi ne ibrik ne de ip. Ne bir damla su alirdi yanina ne de zerre miktar yol azigi.
Sonunda o da garipler gibi yolundan döndü, bir lokma ekmek aldi koynuna. Bazen onu koklar, bazen eline alip bakar, bazen de onunla kivrilir uyurdu.

Nihayet bir gün, akli basina gelerek,
"Yillar süren yalnizligin bir vehimden ibaretmis!" dedi.
"Bir lokma ekmegin kokusuyla bu hale gelecektin, neden onca kavga ettin nefsinle!"

Kaynak: Erdem Öyküleri

dj_sado_88
07.11.2005, 19:21
ellerine saglık tşk..

Sweetgirl
07.11.2005, 22:28
Hükümdar bir gün bir ALLAH dostunu ziyarete gitti. bir zaman yaninda kaldi. Lakin ne kadar ugrastiysa onu bir türlü konusturamadi, onunla uzlasamadi. Dervis yalniz kalinca dostlari,
"Nicin sustun, agzini acip bir sey söylemedin, ona hic ilgi göstermedin?" diye sordu.
Dervis:
"Ona bakinca..." dedi. "Sert ve kaba dallarla, budaklarla dolu bir agac gördüm. 'Elimdeki kör orakla ne budayabilir ne de yontabilirim!' diye düsündüm. Susmaktan baska bir yol bulamadim."

CÜSSKB-Aynur
15.11.2005, 15:04
ÇANAKKALE'DE YAŞANMIŞ BIR OLAY

Bu Millet o zamandan bu zamana hangi özelliklerini kaybetti ve ısrarla
kaybettirilmeye devam ediyor da bu hale geldi düşünmek gerek...
Çanakkale Savaşı sırasında Kocadere köyünde büyük bi
sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi
Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...
Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça
ağırdır.Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha
tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.Nefes alıp vermesi oldukça
zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
"Ölme
İhtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım...Arkadaşıma
ulaştırın..."
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:
"Ben...Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç
aldıydım...Kendisini göremedim. Belki ölürüm.Ölürsem söyleyin hakkını
helal etsin"
"Sen merak etme evladım" der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış
alnını eliyle okşar.
Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de "söyleyin
hakkını helal etsin" olur...
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.
Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin
üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir
künye ve yine bir pusula.Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat
bulamamıştır.Pusulayı açar,
hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne
kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz...
PUSULADAKİ NOT:
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi
beni göremedi.Biraz sonra taarruza kalkacağız.Belki ben dönemem.Arkadaşıma
söyleyin ben hakkımı helal ettim."
Siz bu olayın neresindesiniz?

gercek58li
15.11.2005, 20:20
ARKADAŞ MI, DOST MU ?
Baba ve oğul konuşuyorlarmış. Babası oğluna sormuş, "Senin kaç tane dostun var?"

Oğlan cevap vermiş: "Ohooo yüzlerce..."

Babası oğluna açıklamış.

"Bak oğlum" demiş insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak 1 ya da 2 tane dostu olabilir.

Oğlan saçma demiş. Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.

Öyle mi demiş babası? O zaman gel seninle bir test yapalım.

Adam birkac tane tavuk kesmis ve başka birkaç ıvır zıvır'la birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuval'dan kanlar akıyormuş. Şimdi git demiş bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardm iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün.

Çocuk çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış, başka arkadaşları bir daha onlarla konuşmamalarını görüşmemelerini rica etmişler, çünkü hepsi çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış.

Oğlan yüzü allak bullak babasına dönmüş olanları anlatmış. Babası demiş; "İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al bu çuvalı
benim dostuma götür."

Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı düşmüş yola. Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye. Sen Ahmet'in oğlusun değil mi demiş? Evet demiş çocuk. Ver elindekini diyerek çuvalı almış. Arka bahçeye çıkarmış, arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş. Çocuğa su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya.

Çocuk ben artık gideyim demiş. Adam da babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum demiş.

Çocuk gitmiş babasına durumu anlatmış, gerçekten senin dostun varmış benim ise sadece sıradan arkadaşlarım demiş. Yooo bitmedi demiş babası, şimdi tekrar git dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır. Çocuk olur mu hiç öyle şey demiş. Olur olur, ancak o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu.

Çocuk çaresiz utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da babamın size iletmek istediği bir şey var demiş. Nedir o demeye kalmadan çocuk okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da nasıl vurdum diye.

Babasının dostu demiş ki, benim de babana iletmek istediğim bir şey var... Söyle o babana "biz bir tokata satmayız koskoca sarımsak tarlasını" demiş!

İşte böyle. Çocuk o zaman anlamış dostluğun değerini ve babasının yüzlerce arkadaşın olacağına bir dostun olsun yeter derken ne demek istediğini...

Sen Gülerken yanındakiler de güler,
Ama ağlarken yalnız ağlarsın,
Onun için öyle bir ağaca yaslan ki,
Asla yıkılmasın.
Öyle bir dost edin ki,
Asla bırakmasın.

ELINE SAGLIK BACIM,
BU HIKAYEYI HER DUYDUGUMDA CAN KULAGIYLA DINLERIM;SADECE SONUNU YANI TOKAT MESELESINI DUYMAMISTIM.
SONUNUDA COK GÜZEL BAGLAMISSIN!
SAGOL,VAROL!..

MERİÇ
15.11.2005, 20:56
Bravo Akıncılar kardeşim,..bir hikayede benden;


2 Nci dünya savaşı,Alman nazileri Polonya'da bir direnişci köye saldırır.Herkesi meydana toplayarak kurşuna dizerler,çocuk,yaşlı,kadın ve genç ayrımı yapmazlar.Yalnız köyde yaşayan bir direnişçiyi ellerinden kaçırırlar.Nazi birliğinin komutanı askerlere emir vererek,kaçan kişinin sağ olarak yakalanmasını emreder.Askerler ormanda zorlanarak da olsa sonunda direnişciyi yakalayıp,komutanlarının önüne getirirler ve aralarında şöyle bir diyalog geçer;
Nazi subayı : ''Bizi epey uğraştırdın,seni birazdan zevkle kurşuna
dizdireceğim.''
Direnişci : ''Sizler insanlık düşmanısınız,başka bir şey beklemiyorum.''
Nazi subayı : ''yaa öylemi,sana bir soru soracağım,bilirsen serbest
kalacaksın.Benim gözlerimden birisi takma,yani camgöz.
Hangisi cam,hangisi gerçek gözüm?
Direnişci bir süre baktıktan sonra tereddüt etmeden der ki;
''Sol gözünüz cam olan''
Nazi subayı : ''Hayret !! bugüne kadar hiç kimse bilememişti,sen nasıl
bildin''?
Direnişçi : ''Cam olan sol gözünüz daha insancıl bakıyor da '' !!!




...ARSLANLARIN GERÇEK TARİHLERİ YAZILANA DEK,
AVCILIK ÖYKÜLERİ AVCILARI SÜREKLİ YÜCELTECEKTİR...
Helal gardas.süper hikaye çok egendim

Arif Coşkun
15.11.2005, 21:24
EDEN BULUR







Hz. İsa Aleyhisselam, bir gün yolda yürürken bir gencin, ak sakallı, ihtiyar bir adamı tekmeleyerek sürüklediğini gördü. Hazreti İsa Aleyhisselam, ihtiyarın bu durumuna çok acır. Hemen koşarak onu kurtarmak ister. Fakat ihtiyar kendisine engel olur ve şöyle der:
- Lütfen dokunmayın, ne olur dokunmayın, beni tekmelesin.
Bu durum karşısında Hazreti İsa Aleyhisselam daha fazla merak ederek, sebebini sorar:
- Ben de zamanında babamı, burada, aynı şekilde tekmelemiştim. Bu genç benim oğlumdur.
Benim babama yaptığımın aynısını, şimdi öz oğlum bana yapıyor. Babama yaptıklarımın intikamını alıyor.

MERİÇ
15.11.2005, 21:54
abi ağlattınız beni yaw yazılar manyak olmuş

sinan58_34
15.11.2005, 22:44
elınıze saglık cok guzel olmus

Sweetgirl
20.11.2005, 03:14
Abbasi Halifesi Harun Resit, bir Ramazan günü veziri Cafer Bermeki ile birlikte Dicle nehir boyunca gezintiye cikmist. Bu sirada,ihtiyar bir adamin hurma agaci diktigini gördü ve yanina sokularak:
-Ey yasli zat! Hurma agaci kirk yilda yemis verir, sen ise ihtiyarsin, bunu dikip de ne yapacaksin? diye sordu.
Ihtiyar adam:
-Sultanim, bizden önce gelenler, bizim icin dikmisler, ben de bunu bizden sonrakiler icin dikiyorum! Cavabini verir.
bu cevap, Harun Resit'in cok hosuna gider ve ihtiyara bir kese altin verir. Ihtiyar, birden ellerini acarak sükreder. Bunu gören hükümdar, duanin nedenini sorar.
-Herkes diktigi agacin yemisini kirk yilda alir, ben ise hemen aliyorum da, ona hamd ettim, der.
Harun Resit, bir kese daha verirken, Vezir:
-Aman Sultanim! dedi. Sizde bu servet, bu adamda da bu akil ve tatli dil varken, bütün hazinenizi elinizden alir. Hemen buradan uzaklasalim.

GuNaY
20.11.2005, 03:15
Abbasi Halifesi Harun Resit, bir Ramazan günü veziri Cafer Bermeki ile birlikte Dicle nehir boyunca gezintiye cikmist. Bu sirada,ihtiyar bir adamin hurma agaci diktigini gördü ve yanina sokularak:
-Ey yasli zat! Hurma agaci kirk yilda yemis verir, sen ise ihtiyarsin, bunu dikip de ne yapacaksin? diye sordu.
Ihtiyar adam:
-Sultanim, bizden önce gelenler, bizim icin dikmisler, ben de bunu bizden sonrakiler icin dikiyorum! Cavabini verir.
bu cevap, Harun Resit'in cok hosuna gider ve ihtiyara bir kese altin verir. Ihtiyar, birden ellerini acarak sükreder. Bunu gören hükümdar, duanin nedenini sorar.
-Herkes diktigi agacin yemisini kirk yilda alir, ben ise hemen aliyorum da, ona hamd ettim, der.
Harun Resit, bir kese daha verirken, Vezir:
-Aman Sultanim! dedi. Sizde bu servet, bu adamda da bu akil ve tatli dil varken, bütün hazinenizi elinizden alir. Hemen buradan uzaklasalim.
akıllı vezirmiş :)

Serd@r
20.11.2005, 03:27
Hükümdar bir gün bir ALLAH dostunu ziyarete gitti. bir zaman yaninda kaldi. Lakin ne kadar ugrastiysa onu bir türlü konusturamadi, onunla uzlasamadi. Dervis yalniz kalinca dostlari,
"Nicin sustun, agzini acip bir sey söylemedin, ona hic ilgi göstermedin?" diye sordu.
Dervis:
"Ona bakinca..." dedi. "Sert ve kaba dallarla, budaklarla dolu bir agac gördüm. 'Elimdeki kör orakla ne budayabilir ne de yontabilirim!' diye düsündüm. Susmaktan baska bir yol bulamadim."


Way be olaydaki derinliğe bak...

Bacım ellerin dert görmesin sağol.

GuNaY
20.11.2005, 03:32
halacım hikayelerin hepsi birbirinden güzel eline sağlık...

Sweetgirl
20.11.2005, 04:06
Hepinize ilginiz icin cok tsk ederim.

Sweetgirl
20.11.2005, 17:49
Bir gece Medine sokaklarinda Halife Hazreti Ömer ve Abdurrahman bin Avf hazretleri gezerken vir evin icinden kairsik seslerin gledigini duyarlar, biraz yaklasinca sorar Halife:
- Ey Abdurrahman, bu ev kime ait oldugunu biliyormusun?
Abdurrahman bin Avf, "Bilmiyorum" der.
-Burasi Rebia bin Umeyye nin evidir. Icindekilerde sarhoslar, icmisler bagirip cagirisiyorlar. Ne dersin, bunlara ne türlü bir ceza uygulayalim? Gecenin bu saatdinde bu haldeler....
Abdurrahman bin Avf der ki:
- Bana kalirsa ceza uygulanacaklar onlar degil biziz!
Irkilir Halife! "Neden" diye sorar. Söyle izah eder sahabe:
-Allahü Azimüssan 'Insanlarin gizli ayiplarini arastirmayniz' buyuruyor. Biz ise gecenin bu saatinde evinin icindeki ayiplarini arastirip meydana cikarmakla mesgulüz. Aslinda cezalik isi biz yapiyoruz demektir!
Bunun üzerine düsünmeye baslayan Halife, elini Abdurrahman bin Avf'in eline uzatarak der ki:
-Tut su elimden bir an evvel buradan uzaklasalim; yoksa biz onlara degil, onlar bize ceza isteyebilirler.
Oradan hizla uzaklasirken de söylenmekten kendini alamaz Halife!
-Allah insanlari dogru düsünen dostlardan mahrum etmesin. Kimseyi de kendi kanaatinde israrci eylemesin. Kendi kanaatini dostlarina kontrol ettirmek, daha dogrusunu duyunca da hemen kabul etmek ne güzeldir!

Siir_Misali
20.11.2005, 18:05
Üç aylık bir tâlimden sonra Mehmed Muzaffer, 'zâbit namzeti' olarak Çanakkale'de idi. (Mart 1916). Müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale'de uğradıkları mağlûbiyetlerden ve verdikleri yüzelli bin zâyiattan sonra Boğaz'ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915'in son haftasıyla 1916'nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip, çıkıp gitmişlerdi.

Muzaffer, Çanakkale'ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman, İmroz-Bozcaada'da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da, 1915 Nisan'ından Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı bağuşmalara kıyasla bu bombardımanlar 'hiç' mesâbesindeydi. Çanakkale'deki birliklerin büyük bir kısmı, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevkedileceklerdi. Hazırlanma ve noksanları ikmâl emri aldılar.

Muzaffer, birliğinin alay karargâhında vazifeliydi. Alayın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlarsa ancak İstanbul'dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübâyaalar için açık artırma yapmak, ilanlarda bulunmak, ne âdetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Herşey itimatla yürütülürdü. Muzaffer, açıkgöz ve becerikli bir İstanbul çocuğu olduğundan, karagâh, gerekli malzemenin temin ve mübâyaasına onu memur etti. İcab eden paranın kendisine i'tâsı için de Erkân-ı Harbiye Riyâseti'ne hitâben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

O yıllar İstanbul'da otomobil ve kamyon, nâdir rastlanan vâsıtalardı. Bunlaların lastikleriyse yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı.

Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy'de bir Yahûdi'de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fâhişti ama, yapacak başka birşey yoktu anlaşmaya vardı. Lâzım gelen parayı almak üzere Erkân-ı Harbiye'ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciiine havâle ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam (yarbay)'ın huzurundaydı. Kaymakam, uzatılan kezkereyi okudu. Karşısında hazırolda duran ihtiyat zâbit namzetine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan

'Ne alınacak?' dedi.

'Oto ve kamyon lastiği' cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer'e dik dik baktı:

'Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Haydi yürü git, insanı günaha sokma... Para mara yok!' dedi.

Muzaffer selâmı çaktı, dışarı çıktı. Harbiye Nezâreti'nin (bugünkü hukuk fakültesi binâsının) bahçesinden dış kapıya ağır ağır yürürken, ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere alayın ihtiyacı vardı. Eldeki (Almanlar'ın verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lâzımdı. Kendisi, bulur alır diye vazifelendirilmişti.

Malzemeyi bulmuştu, fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lâzımdı.

Muzaffer bunları düşüne düşüne Bâyezid Meydanı'na vardı. Birden durdu, kendi kendine güldü. Aradığı çareyi bulmuştu! Doğru tüccar Yahûdi'ye gitti:

'Paranın tediye muâmelesi akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale'ye kalkıyor, yetişmem lâzım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin...'

Tüccar

'Peki' dedi.

Muzaffer tam ayrılırken ilâve etti:

'Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler.'

Yahûdi yine

'Peki' dedi.

Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Komutanlığı'ndan araba ve neferle ezan vakti Yahûdi'nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Taccar, malları hazırlatmıştı. Havagazı fenerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer, bir yüzlük kâime (yüz liralık kâğıt para) verdi. araba dörtnal Sirkeci'ye yollandı. Malzeme şat'a, oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

Üç gün sonra Yahûdi, elindeki yüzlük kâimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na gitti. Bozmadılar.. Zira elindeki para sahte idi.

Muzaffer evrâk-ı nakdiyenin basımında kullanılan kâğıdın aynısını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemiyecek nefâsette taklit para yapmıştı. Tüccara verdiği para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerinde yazılar arasında bir de şöyle ibâre bulunurdu:

'Bedeli Dersaâdette altın olarak tesviye olunacaktır.' Muzaffer yaptığı taklit parada bu ibâreyi şöyle yazmıştır. 'Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır.'

Onun burada altın dediği, Çanakkale'de Mehmetçiğin akıttığı, altından da kıymetli kanı idi...

Yâhudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi, bilinmez. Ancak hâdise bütün İstanbul'a yayıldı. Dünyada emsâli olmayan ve olmayacak olan bu hâdise Şehzâde Abdülhalim Efendi'nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yâhudi tüccarı buldurdu.

Yüzlük taklid evrâk-ı nakdiyeyi, bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulu'ndakiEmniyet Müzesi'ne hediye etti.

Şehid Mehmet Muzaffer'in taklidini yaptığı paranın asıl 50 liralık kâğıt paradır. Bu kâğıt paralar, üzerlerinde de yazılı olduğu gibi, Rûmi 6 Ağustos 1332 (M.18.8.1916) tarihli kanunla tedâvüle çıkarılmıştır. Bu tertip kâğıt paraların en büyük kıymeti 50 liralıklardır. Yüz lira olarak bu tipte hiçbir kupür basılmamıştır. Her halde Şehid Muzaffer'in alacağı malzemenin bedeli elli liranın çok üstünde olmalıdır ki, iki tane ellilik imal edecek olsa anlaşılabileceğini düşünüp tek bir yüzlük yapmıştır. Bu kâğıt paralar yeni tedâvüle çıktığından, getirip veren de subay ve askerleri olduğundan, tüccar, bu çeşit yüzlük kâime mevcut olup olmadığını araştırmak lüzûmunu görmemiş olmalıdır. Esasen Muzaffer'in 'sabah ezanı vakti' üzerinde durması da, hem o devrin ölü ışıkları altında paranın iyice incelenmesine imkân bırakmamak, hem de sabahın o saatinde her taraf kapalı olduğundan, sağa sola sormak ihtimâlini de ortadan kaldırmak için olmalıdır.

Çeşitli imkânlara sahip teksir ve totokopi makinelenin henüz îcad edilmediği yıllarda, bugün son sistem âletlerle çalışan kalpazanlara taş çıkartacak şekilde elle bu derece başarlı bir taklidi yapabilmek, üstelik de bunu bir tek gecenin sınırlı saatleri için sığdırmak, fevkalâde büyük bir sahtekârlık başarısı değil, bir san'at şaheseri olarak değerlendirilmelidir.

Hz. Allah, bütün şehidlerimizden de, vatan için her şeyi göze alabilen bu san'atkârın, bu mübârek şehidin rûhundan da, o ganî rahmetini eksik etmesin. (Âmin)

ferit58
20.11.2005, 18:29
ya güzel çok hikayeler eline sağlık çok güzel olmuş

sivaslibozo
20.11.2005, 22:18
aynen bencede güzel olmus Sivasli lady elllerine saglik

Klavyen derd görmesin....:)

CÜSSKB-Aynur
22.11.2005, 10:28
SEVGİ, BAŞARI VE ZENGİNLİK
Bir kadın, evinden dışarı çıkar ve uzun beyaz sakallı 3 tane yaşlı adamın evinin önünde oturduklarını görür. Onları tanımaz.

"Ben sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız" der.
"Lütfen içeriye gelin ve birşeyler yiyin."
"Evin erkeği içerde mi?" diye sorarlar adamlar.
"Hayır" der kadın. "O dışarıda."
"Öyleyse içeri gelemeyiz" diye cevap verirler.

Akşam olup kadının kocası eve geldiğinde, kadın başından geçenleri kocasına anlatır.

"Git onlara söyle ben evdeyim içeri gelebilirler" der.

Kadın dışarı çıkar ve onları içeri davet eder.

"Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz." der yaşlı adamlar.

Kadın ögrenmek ister;

"Niye giremezsiniz?"

Yaşlı adamlardan bir tanesi açıklar:

"Onun adı ZENGİN" der bir arkadaşını gösterir, ve bir diğerini işaret eder " O BAŞARI, ben ise SEVGİ." Sonra ekler;
"Şimdi, içeri gir ve kocanla konuş hangimizi evinizde istersiniz"

Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyunca neşelenir.
"Ne güzel!!" der, "Madem öyle, Zengini içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun."

Karısı itiraz eder;
"Canım, niçin Başarıyı çağırmıyoruz?"

Bu sırada konuştuklarını evin diğer köşesinde bulunan gelinleri duyar. Zıplayarak gelir ve kendi fikrini söyler.
"Sevgiyi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!"
"Gelinimizin önerisini dikkate alalım" der adam karısına.
"Dışarı çık ve Sevgiyi bizim misafirimiz olması için davet et."

Kadın dışarı çıkar ve 3 yaşlı adama sorar;

"Hanginiz Sevgi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol"

Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Diğer iki yaşlı adamda onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir şekilde Zengin ve Başarıya sorar;

"Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?"

Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler;
"Eğer Zengin'i yada Başarıyı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı, ama sen Sevgiyi davet ettin, O nereye giderse bizde oraya gideriz. Nerede Sevgi var ise, orada Başarı ve Zenginlik de vardır...!!!"

şampiyon71
22.11.2005, 10:43
ÇOK GÜZEL ELİNİZ ESAĞLIK ABLAA

Dağcı
22.11.2005, 11:26
Garip Bir Dava...

Muhammed bin İdris henüz dört yaşındadır. Tevafuk bu ya, o gün kadı efendinin sokaklarından geçeceği tutar. Tam o sıra iki öfkeli adam bir garibi sürükler, kadı efendinin önüne yıkarlar. Muhammed akranlarıyla birlikte hadise mahalline koşar. Davacılardan biri âlel âcele anlatmaya başlar: Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine ‘yani buna’ emanet ettik ve altını çize çize ‘üçümüz birlikte gelmedikçe vermeyeceksin’ diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti.
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
-Doğru mu söylüyor bunlar?
-Doğru efendim ama eksik.
-Nasıl yani?
-Evet bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak henüz 50 adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan bakın veriyorum diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp Tamam dediler. Söyleyin başka ne yapabilirdim ki?
Kadı bu kez diğerlerine döner:
-Peki buna ne diyeceksiniz?
-Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz? dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
-Hımmm şimdi iş vuzuha erdi. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
-Evet ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa üçümüz birlikte gelmedikçe verme dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Gözünü açaydı, aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedeli kesesinden ödesin.
Ödesin demek kolaydır ama delikanlı sözkonusu parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle hatalıyım efendim der, cezama razıyım. Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar... Arar ama nereye kadar?
İşte tam o sıra küçük dinleyici bedbin gencin elinden tutar. Ağlama be amca” der, kendini niye üzüyorsun ki?
-Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte.
-Sen gel beni dinle ve de ki: Kese bende.
-Haydi istediğin gibi olsun. Diyelim ki kese bende.
-Emaneti almaları için bunların üç kişi olmaları gerekmiyor mu?
-Gerekiyor.
-Öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!
***
Ne berrak bir muhakeme ve ne müthiş zekâ değil mi? Eh, yıllar sonra İmam-ı Şafii diye anılacak bir çocuk başka nasıl olabilir ki?

CÜSSKB-Aynur
23.11.2005, 16:42
EFLATUN'A SORMUŞLAR
Eflatun'a iki soru sormuşlar.

Birincisi;

"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"

Eflatun tek tek sıralamış:

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya;

"Peki sen ne öneriyorsun ?"

Bilge yine sıralamış:

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır".

Eflatun

Serd@r
23.11.2005, 16:58
EFLATUN'A SORMUŞLAR
Eflatun'a iki soru sormuşlar.

Birincisi;

"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"

Eflatun tek tek sıralamış:

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya;

"Peki sen ne öneriyorsun ?"

Bilge yine sıralamış:

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır".

Eflatun

Tek kelimeyle harika

crazyboy112
23.11.2005, 21:06
EGER BIR GUN O HIC AYRILMAMACASINA SARILDIGIM OLUMLE UZAKLARA GIDERSEM, YAGMURLARA EMANETSIN.SENIN ICIN KAN AKITMAK GEREKIRSE , SİVASIM, DUNYA' NIN ATARDAMARINI KESERIM! YOK OLMAZ SENIN KANIN OLACAK DERSEN,BEN SENI TOPRAKTA DA SEVERIM..

crazyboy112
23.11.2005, 21:15
KARŞILIKSIZ SEVGİ

Susuz kaldım çöllerde,
Bir yudum su bulamadım.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Dayanılmaz acım oldun,
Yaz günümde kışım oldun.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Kuşlar gibi uçup gittin,
Ellerimden kaçıp gittin,
Bu kalbimi çalıp gittin.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Sıcaklarda esen yelsin,
Tek mutluluğum sensin,
Bırak bu Mecnun da gülsün.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Gözlerimden akan yaşlar,
Artık ölüm çağırmaya başlar,
Yokluğunda çatık kaşlar.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.


Beni böyle bırakıp gittin ya, pes derim artık sana,
Yazık oldu sevdiceğim sevdamıza,
MECNUN’dan selam olsun gittiğin yerlere,
Benden başka nasip olmayasın ellere!..........

CÜSSKB-Aynur
24.11.2005, 09:11
VASİYET
Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak, onlara vasiyette bulunur:

- Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için, size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum. Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum.

Babalarının ölümünden sonra, mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17 sayısı ne 2'ye, ne 3'e, ne de 9'a bölünebilir.

"Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli, yaşlı bilgesi gelir!" diye düşünüp, ona giderek, danışırlar. Bilge kişi :

- Benim bir devem var, onu da alıp, yeniden hesap yapın!" der. Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar, 18 deveyi pay etmeye girişirler. Önce 2'ye bölerler, büyük oğul 9 develik payını alır. Sonra 3'e bölerler, çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır. Daha sonra 9'a böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır. Ama, bütün develeri paylaştıktan sonra ortada fazladan bir deve kalır yine. Oğullar bu duruma da bir çözüm getirmesi için yaşlı bilgeye başvururlar.

Bilge kişi güler ve:

- "İyi öyleyse!" der. "Sorun çözümlendiğine göre, ben de devemi geri alayım."

Bilge kişi tıpkı bilgi gibi katalizör olarak olaya girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar. Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez. Özellikle sevgi ve bilgi verdikçe azalmayan, daha da çok artan, tükenmez bir özelliğe ve güzelliğe sahiptir. İşte bilgelik ve bilge kişi budur.

GeCeVeMaVi58pRf
24.11.2005, 09:46
ANNELER

- Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür. Bebek:
- Allah’ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.

- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah’ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım. Nasıl iletişim kuracağım?

- Senin için yarattığım melek, o sana sabırla onların dilini öğretecektir.

- Allah’ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa çıkacağım bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni cani pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.

- Allah’ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.

- Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah’ın huzurundan
götürürlerken bebek tekrar sorar.

- Allah’ım benim için yarattığın meleğin adi ne?

- Adinin önemi yok ama sen ona ANNE diyeceksin

kardes gercekten süper bir yazı vallahi çok etkilendim annelerimizn degerini bilelim...Peygamber Efendimiz Cennet Annelerin ayaklarının altındadır buyuruyor bu hadis bize annemizin önemini daha iyi anlatıyor

GeCeVeMaVi58pRf
24.11.2005, 09:49
birgün filozofun biri cay içiyormus

kadının biri yanına gelip

eger ben senin karın olsaydın o cayın içine zehir kayardım demiş

filozofta:

eger sen benim karım olsaydın bende o çayı zevkle içerdim demiş...
:) nasıl güzelmi :)

OZYIGIDOLAR
24.11.2005, 13:24
selamlar sivasimiza canimiz feda

Arif Coşkun
24.11.2005, 13:53
Üç Evlat
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı.Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.

Kadınlardan biri:

- Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez... Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz.

Diğer kadın heyecanla atılarak: -Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi.Tıpkı bir bülbül gibi şakır.Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur.Allah vergisi bu...

Üçüncü kadın susup duruyordu.Diğerleri sordular:

- Sen çocuğunu niye övmüyorsun? Nesi var ki? -Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki...Ne diye durup dururken öveyim onu.

Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular.İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı.Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı.Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.

Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu. Kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar:

- Aman ne kabiliyetli çocuk!..

İkinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu...

Üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı.

Kadınlar ihtiyara dönüp:

- Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler. İhtiyar şaşkınlıkla:

- Çocuklarınız mı? Dedi.

Onları bilmem. Yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı. Onu çok beğendim...

Dağcı
24.11.2005, 15:35
Mutluluğun Sırrı:

Bir mahallede yeni komşularıyla çay sohbeti yapan kadına komşuları:
''Senin aile yaşantına hayranız, eşin ve çocuklarınla çok mutlu bir
yaşantın var. Kocanın BİR dediğini İKİ etmiyorsun. Bunun mutluluğunun
sırrını bizede anlat '' derler.

''Kısaca anlatayım'' der kadın.

'' Düğünümüz bittikten sonra kocam kendi atında , bende kendi atıma
bindik evimize doğru gidiyoruz. Benim bindiğim atın ayağı takıldı ve
sendeledi. kocam arkasına döndü ve benim atıma 'BİR' dedi. Biraz daha ilerledik ve benim atımın ayağı tekrar takılıp tökezlediği zaman eşim tekrar arkasına dönüp atıma 'İKİ' dedi. Az sonra atım takrar aynı şekilde tökezleyince eşim arkasını döndü ve at'a ''ÜÇ'' dedi ve belinden tabancasını çıkartıp atımı anlından vurdu.

Ben şok olmuştum ve at'a çok üzüldüm.

Eşime bir hışımla çıkıştım '' Yazık değilmi at'a neden vurdun !!?''

Eşim arkasını döndü ve bana '' BİR '' dedi.

Ve o günden sonra kocamın bir dediğini iki etmedim.

Sweetgirl
24.11.2005, 15:58
Louise Redden isimli cok fakir giyimli bir kadin yüzünde derin bir hüzünle manava girer. Dükkan sahibine mahcup bir sekilde yaklasir. Kocasinin cok hasta oldugunu, calismadigini, yedi cocugu ile birlikte ac kaldiklarini ve yiyecege ihtiyaclari oldugunu söyler.
John Longhouse isimli manav ona ters bir sekilde bakarak derhal dükkanini terk etmesini ister. Kadin ailesinin ihtiyaclarini düsünerek, "lütfen efendim" der, "paramiz olur olmaz getirip borcumu ödeyecegim."
John veresiye mal veremeyecegini, cünkü eski bir müsterisi olmadigini ve kendisinde bir hesabinin bulunmadigini söyler. O sirada dükkandaki bir müsteri ikisinin arasindaki bu konusmayi dinlemektedir. Kadinin anlattiklarindan etkilenen adam John'a yaklasir ve ben o kadinin almak istediklerine kefilim der. Ailesinin ihtiyaci olan seyleri ona ver.
Bunun üzerine manav cok isteksiz bir sekilde kadina döner ve "Bir allisveris listen var miydi?" diye sorar.
Louise "Evet efendim" der. "Tamam" der manav.
"Simdi onu terazinin su kefesine koy, onun agirliginca diger kefeye istedilerinden koyacagim!" diye de ekler alayci bir tavirla. Louise bir an duraksar, sonra basini önüne eger ve cantasini acarak üzerine bir seyler karalanmis bir kagit parcasini cikartir ve manavin gösterdigi kefeye birakirken basi hala öne egiktir.
Manav terazinin diger kefesini doldurmaya baslar. Anlcak olanlar karsisinda gözleri hayretle büyümüstür. Manav müsteriye dönerek kisik bir sesle, "Inanamiyorum" der.
Gercektende inanilacak gibi degildir. Manav kefeye bircok sey doldurmustur; ama nafile, diger kefeyi yerinden bile kipirdatamamakatadir. Terazinin kefesi artik üzerindekileri almayacak kadar doldugunda caresiz hepsini bir torbaya doldurarak kadina verir. Saskinlikla üzerinde bir seyler ciziktirilmis kagidi eline alir ve okur. Bir de bakar ki kagit, alisveris listesi degildir, sadece bir dua yazilidir üzerinde:
"Allah'im! Neye ihtiyacim oldugunu Sen biliyorsun, kendimi senin ellerine teslim ediyorum."
Manav tas gibi bir sesizlige bürünmüstür. Louise kendisine tesekkür ederek dükkandan ayrilir. Müsteri John'un eline bir elli dolarlik tutustururken, "Her kurusna degdi." der. Daha sonra John Longhouse terazisinin kefelerinin kirilmis oldugunu görür. Bu nedenle duanin ne kadar agir cektigini Allah'tan baska kimse bilemez.

DUA BIZIM ICIN HICBIR MALIYETI OLMAYAN BEDAVA BIR HEDIYEDIR.

Dağcı
24.11.2005, 16:28
. . .

Özetlersek çevremizde gördüğümüz,okuduğumuz ve yaşadığımız her şeyi kendi beynimizdeki şablona göre algılayıp yorumluyoruz. Çalışkan,tembel,iyi,kötü dediğimiz insanların aslında bu sıfatlarla pek fazla ilgisi yok.Nasıl görmek istiyorsak öyle görüyoruz. Benim çok iyi dediğim biri başkasının kabusu olabiliyor.İngilizlerin dediği gibi ’’Güzellik bakanın gözlerindedir.’’Yaşamımız boyunca her şeye
rağmen çevremize hep güzel bakmak amacımız olsun."

Şadiye Kocabaş
Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi
3 Ağustos 2005

diye yazmış...


23 Kasım 2005 . Bir gazete haberi;

Özel bir üniversitede öğretim görevlisi olan kadın, Boğaziçi Köprüsü'nden atlayarak intihar etti. Alınan bilgiye göre, Kadir Has Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışan Şadiye Kocabaş (50), kullandığı 34 GYZ 39 plakalı otomobille Anadolu Yakası'ndan Boğaziçi Köprüsü'ne geldi.

Köprüde durdurduğu otomobilinden inen Kocabaş, korkulukları aşarak köprüden atladı.

Şadiye Kocabaş'ın cesedi, Üsküdar Vapur İskelesi'nin yakınında bulundu.
Yıldız Teknik Üniversitesi'nden emekli olduğu belirtilen Kocabaş'ın evli ve 2 çocuk annesi olduğu öğrenildi.

.................

Arif Coşkun
24.11.2005, 19:01
Yahudinin Selamı

Resuli-Ekrem (s.a.v)’in eşi Ayşe, Resul-i Ekrem (s.a.v)’ın huzurunda oturmuştu ki, Yahudi bir adam içeri girdi. Girdiği anda Selam un aleykum yerine “essamu aleykum” yani “ölüm üzerinize olsun”dedi. Uzun sürmedi, başka biri daha geldi. O da selam yerine “ölüm üzerinize olsun” dedi. Bunun tesadüf olmadığı malumdu. Resul-i Ekrem (s.a.a)’i dille incitmek için yapılan bir plandı. Ayşe çok öfkelendi, ve “Ölüm sizin üzerinize olsun...” diye bağırdı.

Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurdu:

“Ey Ayşe küfür etme, küfür şekillenirse en kötü ve çirkin bir biçimde mücessem olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak, her neyin üzerine konursa, onu güzelleştirir, süsler ve her şeyin üzerinden kaldırılırsa güzelliğini azaltır. Niçin sinirlenip öfkelendin?

Ayşe:

Görmüyor musun ya Resulullah’ın, bunlar küstahlık ederek, utanmadan selam yerine ne diyorlar?

- "Evet, görüyorum onun için bende, “Aleykum” yani “sizin üzerinize olsun” diye cevap verdim, bu kadarı kafiydi."[1]

Arif Coşkun
24.11.2005, 19:13
FUTBOL

Adam maça gitmiş. Aldığı bilet tribünün en uzak köşesinde. Yerine oturmuş birinci devreyi güç bela seyretmiş.

O arada ön tarafta tam ortada bir koltuğun boş olduğunu fark etmiş. Devre arasında sıralar arasından geçip o boş yere ulaşmış. Yan koltuktaki adama sormuş:

- "Burası boş mu?"

- "Boş, demiş adam..."

- "Nasıl oluyor bu tıklım tıklım dolu stadda boş yer kalmış..."

- "Orası benim eşimin, demiş adam, aylar önce bu maç için almıştık. Ama eşim vefat etti..."

- "Çok üzüldüm, demiş bizimki, ama dost ve akrabalarınızdan birine neden vermediniz bileti?"

- "Onların hepsi şu anda cenazede, demiş adam...
:))

Arif Coşkun
24.11.2005, 21:52
KADERİN HİKAYESİ


Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yaşayan. Ülkenin refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş...

Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş...

Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir taş alıp, diğerinden aldığı taşa bağlayıp göle atıyormuş...

Bu işe epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş dede bütün bir gün seni izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım demiş. Dede kralın sorusunu söyle cevaplamış :

- "Oğlum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım "

- "Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın "

Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet’in kaderini bağladım demiş aksakallı dede..

Kral bu cevabı alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdigi zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım, nasıl ederde Ahmet’e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş...

Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’i huzuruna çağırmış ve ona oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş’e götüreceksin demiş...

Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği Kralı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne görsün… Agacın az ötesinde bir göl… o göl ki üzerine güneşin aksi vurmuş…

Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek diyerek, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş…. Taa dipte, güneşin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün….Şahane bir hazine sandığı… almış sandığı çıkmış yüzeye…çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil bembeyaz bir Ahmet…

Sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor. Var bu işte bir hikmet demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde bin bir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde Güneş’ten Krala yazan bir zarf. Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda. Yeni rengi ve yaşadıkları ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış. Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş Ahmet’in…

Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş. Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklıda bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş...

Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düşen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti gözükmüş… Bunu gören Kral gözlerine inanamamış. Yemek bitip de odasına çekilecek iken herkes, koridorun sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral ; Ahmet!…diye

Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyari kendisine seslenen Krala dönüvermiş ve neler oluyor Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana diyen kralına bütün olanları bir bir anlatmış…

Bunun üzerine Kral peki Güneş bana bir şey göndermedi mi? diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu almış ve Krala vermiş, mektupta şu satırlar yer alıyormuş…


GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ....YAZILAN YAZI iSE BOZULMAZ....!

AMCA58
24.11.2005, 21:55
ELLERİNİZE SAĞLIK..KALEMİNİZE SAĞLIK.. HEPSİ ÇOK GÜZEL.

bm_058
24.11.2005, 22:07
Papatyanın hıkayesı ve askın gozu kordur u okudum sadece. Bence bu ıkı hıkaye ask konusunda celıskıye dusuyor.Soylekı ask bırısınde sessızken dıgerınde kor ve cılgın, nedersın benmı anlayamadım yoksa sen TEZATLIK ASKIN TA KENDISIDIR mı demek ıstedın.

CÜSSKB-Aynur
25.11.2005, 16:55
ÜNİVERSİTELİ ÖĞRENCİ EFSANELERİ

ODTÜ Felsefe öğrencilerini en çok zorlayan hocalardan biri
yıllık olan dersinin final sınavında sınıfa gelmiş ve sınav sorusu olarak
tahtaya, "Why?" (Neden?) yazmış. Öğrenciler ilk önce ne yazacaklarını
şaşırmışlar,
sonra herkes birşeyler yazmaya başlamış.
Yalnız bir öğrenci, sınavın ilk dakikasında kağıdını teslim
etmiş. Öğrencinin cevabı da soru gibi kısaymış: "Why not?" (Neden olmasınki?)
Bu öğrenci sınavdan "100" almış.

Aynı hoca başka bir sınavda "risk nedir?" diye soruyor. Yine bir
öğrenci sınavın ilk 10 saniyesinde teslim ediyor kağıdını. Kağıdın üst
kısmında sadece isim-soyadı yazıyor, gerisi ise bomboş beyaz yaprak. En
altta ise "İşte risk budur" diye yazıyor. Ve sonuçta da sınıftaki en
yüksek notu alıyor.
Hocanın bir sonraki sınavında yine "Risk nedir?" sorusuyla
karşılaşan öğrencimiz tekrar boş kağıt verince bu sefer 0 alıyor. Tabii
koşa koşa hocaya gidip sebebini soruyor. İşte cevap: "Aynı şartlar
altında, aynı
riski iki kere almak aptallıktır!"

Hocamız bir başka sınavda derse giriyor ve tek soru soruyor:
"Atatürk ne yaptı?". Bütün öğrenciler harıl harıl yazmaya başlıyor,
kağıtları dolduruyorlar. Sınav sonucunda herkes ortalama notlar alıyor.
Bir öğrenci ise 100 alıyor. Bu öğrencinin cevap kağıdında şu yazıyor: "Ne
yapmadıki!"
Bu tür öğrenciler ve değerlendirmeler Hukuk Fakültelerinde yok mu?
Elbette var. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Hocanın biri
sınavda, o günlerde devam etmekte olan bir davanın detaylarını vermiş ve
sonucun ne olacağını sormuş. Tabii, bütün öğrenciler ha babam, de babam,
sayfalarca yazmaya başlamışlar. Ama bir öğrenci kağıdını sınavın ilk
dakikasında vermiş. Ve buna rağmen 100 almış. Öğrencinin yanıtı tek
cümleymiş:
Devam eden dava hakkında yorum yapılamaz."

Bir kız yurdunda kalan kızlar, artık temizlik görevlisine olan
kıllıklarından mıdır yoksa nerden çıktığı belli olmayan bir yurt
geleneğinden midir, her sabah dudaklarına ruj sürdükten sonra aynaya
öperek iz bırakıyorlarmış.
Yurt müdürü ne yaptı ettiyse bu alışkanlığı ortadan
kaldıramamış. Diğer yandan temizlik görevlileri de iyiden baş kaldırmaya
başlamışlar. Sonunda müdürün aklına parlak bir fikir gelmiş. Hemen bir duyuru yapıp, kızları toplantıya çağırmış. Neyse toplanmış bunlar. Müdür "Buyrun
tuvalete" demiş. Hep birlikte, temizlik görevlisinin beklediği umumi tuvalete
girmişler. Aynalarda sabahki ruj izleri hala duruyormuş.
Müdür "Arkadaşlar" demiş, "Bazılarınız dudaklarına ruj sürdükten
sonra aynaları öperek çıkması güç izler bırakıyor. Temizlik görevlilerimiz
bunları temizlerken zorlanıyor. Sizleri görevlimizin bu temizliği
yaparken ne kadar zorlandığını bizzat görmeniz için topladım. Bakın ve görün". Sonra görevliye bir işaret çakmış. Bizimki gayet sakin bir şekilde tuvalet
fırçasını almış, klozetteki suya daldırmış ve aynayı temizlemiş. O günden sonra
bir daha o yurtta tuvaletlerde dudak izine rastlanmamış.

OZYIGIDOLAR
27.11.2005, 16:51
elimden cekip aldilar seni cekilmez acilara saldilar beni dusundukce seni icim agladi donersin diye gozlerim yollara daldi hamd olsun azrail dostum canimi aldi

Sweetgirl
06.12.2005, 12:33
Kur'an'in hizmet ettigi icin tutuklanmis, yedi yil Denizli Kapali Cezaevinde kalmisti. Tahliye olduktan sonra, evi barki olmadigindan, medrese haline getirecegi bir ev bulana degin sehir otelinde kaliyordu. Kusluk vaktinden, aksama kadar ögrencileriyle oluyor, safak sökünceye degin de okuyor, zikrediyor, namaz kiliyor ve dinleniyordu.
Bir gün, yakin köylerin birinden Haydar adinda sarali bir hastanin babasi geldi. Yirmi senedir sokakta, evde düsüp bayildigini, agzindan köpük geldigini, elini kolunu basini yaraladigini, götürmedigi doktor kalmadigini bir care bulamadigini söyledi.
"Benden ne istiyorsun?" diye sordu.
"Efendim.." dedi. "Bir muska yazsaniz."
"Ben muska filan yazmiyorum, muskaya inanmiyorum da!" dedi.
Adam israr etti, yarari olmadi. Cehresindeki derin aciyla birlikte kalkti, üzüntüsünü katmerlenmis, umutlari suya düsmüstü. Tam kapidan cikacakken,
"Gel" dedi. "Dua edeyim. siz de amin deyin, belki ALLAH sifa verir."
Ellerini kaldirdi,
"Ya Rabbi..." dedi. "Bu kulun zayif ve caresiz, dayanamiyor, onun hastaligini bana ver, ona da sifa bagisla."
Bir ögrencisinin hemserisi olan adamin oglu iyilesti.
Yirmi yil sara nedir bilmedi.
Lakin ölümüne yakin tekrar basladi hastaligi....

Kaynak: Erdem Öyküleri

Dağcı
06.12.2005, 12:35
Kur'an'in hizmet ettigi icin tutuklanmis, yedi yil Denizli Kapali Cezaevinde kalmisti. Tahliye olduktan sonra, evi barki olmadigindan, medrese haline getirecegi bir ev bulana degin sehir otelinde kaliyordu. Kusluk vaktinden, aksama kadar ögrencileriyle oluyor, safak sökünceye degin de okuyor, zikrediyor, namaz kiliyor ve dinleniyordu.
Bir gün, yakin köylerin birinden Haydar adinda sarali bir hastanin babasi geldi. Yirmi senedir sokakta, evde düsüp bayildigini, agzindan köpük geldigini, elini kolunu basini yaraladigini, götürmedigi doktor kalmadigini bir care bulamadigini söyledi.
"Benden ne istiyorsun?" diye sordu.
"Efendim.." dedi. "Bir muska yazsaniz."
"Ben muska filan yazmiyorum, muskaya inanmiyorum da!" dedi.
Adam israr etti, yarari olmadi. Cehresindeki derin aciyla birlikte kalkti, üzüntüsünü katmerlenmis, umutlari suya düsmüstü. Tam kapidan cikacakken,
"Gel" dedi. "Dua edeyim. siz de amin deyin, belki ALLAH sifa verir."
Ellerini kaldirdi,
"Ya Rabbi..." dedi. "Bu kulun zayif ve caresiz, dayanamiyor, onun hastaligini bana ver, ona da sifa bagisla."
Bir ögrencisinin hemserisi olan adamin oglu iyilesti.
Yirmi yil sara nedir bilmedi.
Lakin ölümüne yakin tekrar basladi hastaligi....

Kaynak: Erdem Öyküleri

Swet bu çok güzel...

Dağcı
06.12.2005, 12:47
Gencin birisi Kâbe’de hep "Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim" diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi;
- Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun? der.

O da anlatır:

- 7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi, (şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.
Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki, (Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.

O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler. Ben o 30 bin altınla, işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar, çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim dediler. Ben de olur dedim. Nikah kıyıldı. Çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti, kıza, bu nedir dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan yine bana geldi.

Öyle ise, haramı ateş bilip ona uzanmamalı, günah kazanmamalı...

Dağcı
07.12.2005, 09:38
Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler.. Bavullarını gösteriyorlar. Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş. İçinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmişler...Yolcular fena halde şaşırmışlar.. Nasıl şaşırmasınlar.. Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston. Kolunda üç noktalı bant.. Yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması.. Tasmanin ucunda bir köpek... Sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar uçağa..

Günlerden 1 Nisan değil ama, "Şaka herhalde" demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa.. Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda. Uçak hızlanmış.. Yolcular endişelenmeye başlamışlar.. Ucak daha hızlanmış.Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış.. Uçak iyice hızlanmış.. Bazı yolcular paniklemiş, dua etmeye başlamışlar. Uçak son hıza ulaşmış. Bu arada pistin sonuna da ulaşmış. 100 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar.. Tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş... Uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış.

Kaptan pilot arkasına yaslanmış derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş:

Biliyor musun? Bir gün çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte geberip gideceğiz!..."

Dünyada nice kör yöneticiler var..

Bu nedenle; Çığlık atmaktan vazgeçmeyin...

Etem-Murat
07.12.2005, 10:12
ARKADAŞLAR ŞİMDİ BEN BİR HİKAYE YAZSAM SİNAMA KONUSU OLUR EN İYİSİ BEN YAZMIYIM . HAYAT HİKAYESİ TABİKİ SIKILIRSINIZ DİYE YAZMIYOM KUSURA BAKMAYIN

Bebeto_
07.12.2005, 10:13
ya bırakın erkek bayan tartısmasını erkekler zaten herr konuda ustun deılmı yaaa

Sweetgirl
12.12.2005, 11:27
ya bırakın erkek bayan tartısmasını erkekler zaten herr konuda ustun deılmı yaaa


pardon ne erkek bayan tartismasi yanlis topice gelmissin sanirsam kardesim... :D

eren1
12.12.2005, 12:08
Hükümdar bir gün bir ALLAH dostunu ziyarete gitti. bir zaman yaninda kaldi. Lakin ne kadar ugrastiysa onu bir türlü konusturamadi, onunla uzlasamadi. Dervis yalniz kalinca dostlari,
"Nicin sustun, agzini acip bir sey söylemedin, ona hic ilgi göstermedin?" diye sordu.
Dervis:
"Ona bakinca..." dedi. "Sert ve kaba dallarla, budaklarla dolu bir agac gördüm. 'Elimdeki kör orakla ne budayabilir ne de yontabilirim!' diye düsündüm. Susmaktan baska bir yol bulamadim."


BUDA ÇOK GÜZEL....

Sweetgirl
12.12.2005, 12:33
“Neden aileye önem vermeliyiz?” sorusuna geçen ay (12 Kasım) Hürriyet gazetesinde ismi yayınlanmayan bir genç kızın, turizm ve eğlencenin başkenti olarak nitelenen Bodrum’da yaşadıklarını aktararak cevap verebiliriz.
Haberde Bodrumlu gençlerin, aileleriyle aralarındaki kopukluğa dikkat çektikleri ifade ediliyordu. Bakın 14 yaşındaki genç kız neler söylemiş:

“Sigara içiyorum, ablam da. Annemin çenesinden kurtulmak için eve gitmek istemiyoruz. Yaşıtlarımızın yüzde 90’ına yakını sigara ve alkol kullanıyor, birçoğu hapla başlayarak uyuşturucuyu denedi bile. Sevgilisi olmayan yok gibi, lisede bakire olan kızlara aptal gözüyle bakıyorlar. Namus, ahlak ve özgürlük gibi değerleri öğreten yok.”

Birçok anne-babanın bilmediği, ama gençlerin elinden düşmeyen gençlik dergilerinde “sevgili bulmak, cinsel deneyimler” sıradan bir vaka. Birçok ünlü sanatçının (!) maceralarını (hatta garip ilişkilerini) zevkli bir halde sunan televizyonlar, dergiler ve gazeteler, bunu gençlere güya yaşanılacak bir hayat gibi aktarıyorlar.

Liseler, sigara, alkol ve uyuşturucunun gölgesi altında. Kız-erkek ilişkilerinin sınırsız bir hüviyete bürünmesiyle birlikte karşımıza sık sık uygun olmayan video ve fotoğraf çekimlerinin yol açtığı adli vakalar çıkıyor. Uygun olmayan sitelere düşen görüntüleri nasıl temizleyebilirsiniz ki artık? Sonrası bunalımlar, depresyonlar, adliyeler ve yıkılan hayatlar...

14 yaşındaki genç kızın anlattığı daha dehşet verici bilgiler de var. Haberde şöyle deniliyor:

“Para için işadamlarıyla yaşayan liseli kızların ve barlarda yaşlı kadınlarla para karşılığı birlikte olan 16-17 yaşlarında erkek arkadaşlarının olduğunu belirten genç kız, ‘Bir süre sonra bu arkadaşlarımız psikolojik tedavi görmek için İzmir’e, İstanbul’a, hatta İsviçre’ye ve Almanya’ya gidiyor. Tedavi olamayanlar intihar yolunu seçiyor. Olaylar örtbas ediliyor. Sorun ve suçlu sadece gençlikmiş gibi gösteriliyor. Biz suçlu değiliz, ne görüyorsak onu yapıyoruz.’ dedi.”

Gazetenin bu haberine yorum gönderen ve Bodrum’da yaşadığını söyleyen bir okurun görüşleri dikkat çekici. Aynı gazetenin internet sayfasında yer alan mektupta, bu durumun yeni olmadığı belirtiliyor. Bu gençleri Avrupa ile Türk kültürü arasında sıkışmış biçareler olarak nitelemesi ise işin değişik bir boyutu.

Ortaokul-lise çağındaki çocuğunuzu her saat takip edemezsiniz. Hangi arkadaşlarıyla neyi konuştuğunu, nereye gittiğini, neyi okuduğunu ve dahası eve ders çalışsın diye aldığınız bilgisayardan hangi uygunsuz sitelere girip gezdiğini, chat yaptığını bilemezsiniz. Gençleri baskı altında da yetiştiremezsiniz. Bir gencin sağlıklı, mutlu ve iyi bir birey olması için bebekliğinden başlayan “iyi bir aile ortamı” içinde olmasını sağlamalısınız. O halde işe kendimizden, yani ‘anne-babalar’dan başlamak durumundayız. İyi bir çocuk yetiştirmek istiyorsanız, dönüp kendinize bakın ve şu soruları sorun: “Ben iyi bir insan mıyım, ben doğru bir insan mıyım, ben inandığım dinî değerleri hakkıyla yaşayabiliyor muyum, çocuk eğitimi için yeterince bilgi sahibi miyim?..”

Sweetgirl
12.12.2005, 12:39
Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: “Bir gün Peygamber’imizin huzurunda oturuyorduk. Bir ara, “Şimdi size cennet halkından biri gelecek.” buyurdu. Derken ensârdan bir zât çıkageldi. Sakalından abdest suları damlıyordu. Ayakkabılarını da sol eline almıştı.
Ertesi gün Resûlullah aynı sözleri yine söyledi. Baktık aynı adam aynı durumda geldi. Üçüncü gün yine Peygamber’imiz aynı sözleri tekrarladı. Derken o adam aynı durumda çıkageldi. Peygamber (sas) üçüncü gün meclisten kalkıp cemaat dağılınca Abdullah b. Amr b. Âs (ra) adamın peşine takılarak, “Ben babamla kavga ettim, üç gün yanına varmayacağıma ant içtim. Bu süre zarfında beni, evinde barındırman mümkünse bunu yap.” diye ondan ricada bulundu. O zât da, “Olur” dedi.
Abdullah devamla bize şunları anlattı: “Adamın yanında üç gece kaldım. Bu müddet içerisinde bir defa olsun (gece) namaza kalkmadı. Sabah namazına kadar yatıyordu. Sadece yatağında sağa*sola dönerken Allah’ı anıyor, tekbîr getiriyordu. Bir de kendisinden kötü söz duymadım. Üç gece geçince adama, “Babamla aramızda bir kırgınlık, dargınlık yoktur. Resûlullah (sas) peş peşe üç gün, “Şimdi size cennetliklerden biri gelecek.” demişti. Her seferinde de sen çıkagelmiştin. İstedim ki sana misafir olayım da yaptığın amelleri göreyim, ben de onları yapayım. Doğrusu pek büyük bir ibâdet yaptığını görmedim. Allah Resûlü’nün müjdelediği bu mertebeye nasıl ulaştın?” diye sordum.
Bunun üzerine adam, ‘Gördüklerinden başka bir ibâdetim yoktur.’ dedi. Yanından ayrılıp döndüğüm sıra arkamdan çağırdı ve “Doğru söylüyorum, gördüklerinden başka bir ibâdetim yoktur. Şu var ki hiçbir Müslüman’a karşı kalbimde ne hile düşünürüm, ne kin ne de haset beslerim!” dedi. “İşte seni o mertebeye ulaştıran bu tutumundur.” dedim. (M. Yusuf Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe)

1967_CLUB_ÖZGÜR
12.12.2005, 14:31
VEE SONRA COCUK YATTIGI YERDEN FIRLADI BIRDEN....HAVA KARANLIK VE YAGISLIYDI...:D
HEMEN PECREYE KOSTU...BAKTIIII BAKTIIII BAKTIIII...........

VE DAYANAMAYIP KENDINI SEP SERIN HAVA BOSLUGUNA BIRAKTI:D

DÜŞERKEN AGZINDAN DOKULEN SON SÖZLER; ŞAMPIYON SİVASSPOR !!
OLDU....:D

Etem-Murat
12.12.2005, 14:55
VAH CANIM GARDAŞ NERDEN BUYUYON BÖYLE ACIKLI HİKAYALERİ
VALLA ALATACAKSIN BU İHTİYAR AMCANI

FATIMA
12.12.2005, 15:19
“Neden aileye önem vermeliyiz?” sorusuna geçen ay (12 Kasım) Hürriyet gazetesinde ismi yayınlanmayan bir genç kızın, turizm ve eğlencenin başkenti olarak nitelenen Bodrum’da yaşadıklarını aktararak cevap verebiliriz.
Haberde Bodrumlu gençlerin, aileleriyle aralarındaki kopukluğa dikkat çektikleri ifade ediliyordu. Bakın 14 yaşındaki genç kız neler söylemiş:

“Sigara içiyorum, ablam da. Annemin çenesinden kurtulmak için eve gitmek istemiyoruz. Yaşıtlarımızın yüzde 90’ına yakını sigara ve alkol kullanıyor, birçoğu hapla başlayarak uyuşturucuyu denedi bile. Sevgilisi olmayan yok gibi, lisede bakire olan kızlara aptal gözüyle bakıyorlar. Namus, ahlak ve özgürlük gibi değerleri öğreten yok.”

Birçok anne-babanın bilmediği, ama gençlerin elinden düşmeyen gençlik dergilerinde “sevgili bulmak, cinsel deneyimler” sıradan bir vaka. Birçok ünlü sanatçının (!) maceralarını (hatta garip ilişkilerini) zevkli bir halde sunan televizyonlar, dergiler ve gazeteler, bunu gençlere güya yaşanılacak bir hayat gibi aktarıyorlar.

Liseler, sigara, alkol ve uyuşturucunun gölgesi altında. Kız-erkek ilişkilerinin sınırsız bir hüviyete bürünmesiyle birlikte karşımıza sık sık uygun olmayan video ve fotoğraf çekimlerinin yol açtığı adli vakalar çıkıyor. Uygun olmayan sitelere düşen görüntüleri nasıl temizleyebilirsiniz ki artık? Sonrası bunalımlar, depresyonlar, adliyeler ve yıkılan hayatlar...

14 yaşındaki genç kızın anlattığı daha dehşet verici bilgiler de var. Haberde şöyle deniliyor:

“Para için işadamlarıyla yaşayan liseli kızların ve barlarda yaşlı kadınlarla para karşılığı birlikte olan 16-17 yaşlarında erkek arkadaşlarının olduğunu belirten genç kız, ‘Bir süre sonra bu arkadaşlarımız psikolojik tedavi görmek için İzmir’e, İstanbul’a, hatta İsviçre’ye ve Almanya’ya gidiyor. Tedavi olamayanlar intihar yolunu seçiyor. Olaylar örtbas ediliyor. Sorun ve suçlu sadece gençlikmiş gibi gösteriliyor. Biz suçlu değiliz, ne görüyorsak onu yapıyoruz.’ dedi.”

Gazetenin bu haberine yorum gönderen ve Bodrum’da yaşadığını söyleyen bir okurun görüşleri dikkat çekici. Aynı gazetenin internet sayfasında yer alan mektupta, bu durumun yeni olmadığı belirtiliyor. Bu gençleri Avrupa ile Türk kültürü arasında sıkışmış biçareler olarak nitelemesi ise işin değişik bir boyutu.

Ortaokul-lise çağındaki çocuğunuzu her saat takip edemezsiniz. Hangi arkadaşlarıyla neyi konuştuğunu, nereye gittiğini, neyi okuduğunu ve dahası eve ders çalışsın diye aldığınız bilgisayardan hangi uygunsuz sitelere girip gezdiğini, chat yaptığını bilemezsiniz. Gençleri baskı altında da yetiştiremezsiniz. Bir gencin sağlıklı, mutlu ve iyi bir birey olması için bebekliğinden başlayan “iyi bir aile ortamı” içinde olmasını sağlamalısınız. O halde işe kendimizden, yani ‘anne-babalar’dan başlamak durumundayız. İyi bir çocuk yetiştirmek istiyorsanız, dönüp kendinize bakın ve şu soruları sorun: “Ben iyi bir insan mıyım, ben doğru bir insan mıyım, ben inandığım dinî değerleri hakkıyla yaşayabiliyor muyum, çocuk eğitimi için yeterince bilgi sahibi miyim?..”




işte "medeniyeti getiriyoruz" diye basbas bağıran çağdaş beyinli profosörlerimize somut birer örnektir bu olaylar,siz o medeniyet zannettiğiniz şeyi tam olarak bu ülkeye soktuğunuzda korkarım bu ülkede sizi dinleyecek kadar sağlam kafalı gençler kalmayacak,uyuşturucu yaşının 12'ye düştüğü,genç kızların anne baba nasihatlarını kafa şişirici bularak evlerini terketip kendilerini sokaklara attığı,18 yaşının "özgür yaşama sınırı" diyerek gençlerin kışkırtıldığı bi topluma sanırım artık vereceğiniz başka bi zarar yok sayın profosörler!!!!!!!!!!

cemal58yiğido
12.12.2005, 16:49
HEPSİ ÇOK GÜZEL ELLERİNİZE SAĞLIK

1967_CLUB_ÖZGÜR
13.12.2005, 15:27
VAH CANIM GARDAŞ NERDEN BUYUYON BÖYLE ACIKLI HİKAYALERİ
VALLA ALATACAKSIN BU İHTİYAR AMCANI


DUR ABİ HİKAYENIN SONUNU OKU ;
COCUK HIZLA ASAGI DOGRU DUSERKEN...BIRDEN SİYAH BI GOLGE COCUGA UZANDI....YOK YOK BU GOLGE DEGILDI KARANLIK BI NESNE.....YOK YOK ODA DEIL BU KALLANIN KOLLARI :D KALLA COCUGU KURTARIR VE MUTLU SON :D :p

Bebeto_
13.12.2005, 15:41
gardaslar helal neren bulsunuz yaw

Sweetgirl
15.12.2005, 01:36
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın “Bismillahirrahmanirrahim ” diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası, buna kızar, yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O kadın ise, bu duruma sabreder ve eşinin doğru yola gelmesi için Allah’a dua ederdi.
Bir gün, adam iyice öfkelenmişti. Kendi kendine “Şuna bir oyun çevireyim de görsün; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak...” diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı, artık bütün çirkinliğiyle, içinde dolup taşmıştı. Hanımını çağırdı, ona bir kese altın vererek: “Bunu iyi sakla!” diye tembih etti. Kadın da besmeleyi çekerek keseyi sakladı. Bu arada kocası da onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak keseyi derin bir kuyuya attı.

Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve “Sana verdiğim bir kese altını hemen getir.” dedi. Kadın koştu keseyi sakladığı yere, “Bismillahirrahmanirrahim ” diyerek elini uzattı. Tam o anda, Allahü Teala’nın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı. Sonra karısına; “Sana çok zulmettim, çok canını yaktım, beni affet.” diye yalvarmaya başladı. Allah’a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi:

“Ya Rabbi! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, saliha bir kadını eş olarak verdiğin için, sana hakkıyla şükretmekten acizdim, beni affet Allah’ım...” O saliha kadın ise, “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki, duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin...” diye dua ediyordu. Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur. Büyükler demişler ki: “Sabrın kendisi acıdır, lakin meyvesi tatlıdır.”

Sweetgirl
18.12.2005, 15:19
Allah’ın sevgili kullarından biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir: “Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!”

Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi: Rabbim bana bunu yememi emretti. Sonra şöyle dedi: Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez. Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah’a hamdetti, yürüyüp gitti.
Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi: Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğen toprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine, “Ben emredileni yaptım.” diyerek bırakıp gitti.
Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi: “Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et.” Onu aldı. Koynuna sakladı. Peşinden şahin geldi; şöyle dedi: “Ey Allah’ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma. Kendi kendine şöyle dedi: “Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım? Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı. Bundan sonra, yürüyüp gitti.
Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı. Akşam olunca şu duayı yaptı: “Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.” Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı:
“Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur.
İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar.
Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme.
Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun.
Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allah’tır.”

dogukan58
18.12.2005, 15:22
eline sağlık çok guzel

Sweetgirl
18.12.2005, 15:24
eline sağlık çok guzel

sagol kardesim seninde gözlerine saglik

efe058
19.12.2005, 03:55
Yıldız ona sesleniverdi ansızın:

“Neden ağlıyorsun, çocuğum? Seni böyle hüzünlendirecek ne var?”

Çocuk, yanaklarından süzüle süzüle akan yaşları silerek yıldıza dedi ki:

“O kadar uzaktasın ki, hiçbir zaman sana dokunamayacağım.”

Ve yıldız, çocuğun hüznünü giderecek bir cevap verdi:


“Böyle uzaklarda durduğuma bakma, eğer yüreğinde olmasaydı asıl yerim, göremezdi beni senin gözün

GuNaY
19.12.2005, 03:59
Çok güzel hikayeler var ellerinize sağlık.....

efe058
19.12.2005, 04:27
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı.Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.

Kadınlardan biri: -Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez...Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz.

Diğer kadın heyecanla atılarak: -Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi.Tıpkı bir bülbül gibi şakır.Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur.Allah vergisi bu...

Üçüncü kadın susup duruyordu.Diğerleri sordular: -Sen çocuğunu niye övmüyorsun? Nesi var ki? -Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki...Ne diye durup dururken öveyim onu.

Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular.İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı.Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı.Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.

Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu.Kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar:

-Aman ne kabiliyetli çocuk!.. İkinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu... Üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı.

Kadınlar ihtiyara dönüp: -Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler. İhtiyar şaşkınlıkla: -Çocuklarınız mı? Dedi. Onları bilmem. Yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı. Onu çok beğendim

efe058
19.12.2005, 04:29
Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı. Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı.

Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı, annesine gelerek;

-Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorum...dedi.

Annesi ise;

-Senden ayrılmaya gönlüm razı olmuyor. Ancak seni de Allah yolundan alıkoymak istemem.

Annesi Abdulkadir için yol hazırlıkları yaptı. En sonunda da oğluna lazım olur diyerek, 40 altını kaybetmemesi için bir kese içinde yeleğinin koltuk altına dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak şöyle dedi;

-Sana son olarak nasihatim şudur ki, eğer beni ve Allah’ı memnun etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğruların yardımcısıdır.

Seyyid Abdulkadir annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat’a giden bir kervana katılarak yola çıktı.

Hemedan yakınlarında dar bir geçide girdiklerinde kervanda bir bağrışma koptu. Eşkıyalar kervana saldırmışlardı. Bir anda bütün sandıklar yere yıkıldı, eşyalar yağma edilmeye başlandı. Haydutlar kervandakilerin neyi var neyi yoksa hepsini alıyorlardı. Eşkıyalardan biri de Abdulkadir’in yanına geldi. Onun fakir haline bakarak şaka olsun diye;

-Söyle bakalım senin neyin var fakir çocuk?

Abdulkadir;

-Yalnız 40 altınım var, diye cevap verdi. Haydut önce şaşırdı sonra gülmeye başladı. İnanamadı ve tekrar sordu;

-Doğru mu söylüyorsun?

Abdulkadir:

-Evet, doğru söylüyorum, 40 altınım var.

Eşkıya meraklandı. Abdulkadir’i elinden tutup reislerine götürdü.

Durumu reislerine anlattı. Haydutların başı;

-Senin 40 altının varmış, doğru mu bu?

Abdulkadir;

-Evet doğru.

Reis;

-Söyle bakalım. Onu nereye sakladın?

Abdulkadir;

-Hırkamın içinde koltuğumun altında saklı.

Bunun üzerine haydutlar hırkasının içinde, koltuğunun altında saklı bulunan 40 altını bularak reislerine verdiler. Herkes çok şaşırmıştı.

Reis hayretle sordu;

-Peki evladım, sen niçin üzerinde altın olduğunu söyledin? Eğer bize söylemeseydin onları bulamazdık.

Abdulkadir;

-Ben annemden ayrılırken, asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Arkadaşınız senin bir şeyin var mı diye sorunca, altınlarım olduğunu söyledim. 40 altın için verdiğim sözden döneceğimi mi zannediyorsunuz?

Bu sözleri duyan haydutların reisi çok şaşırdı ve derin bir düşünceye daldı. Sonra etrafındakilere dönerek;

-Yazıklar olsun bizlere. Bu çocuk kadar olamadık. Bu çocuk annesine verdiği sözünden dönmemek için her şeyini veriyor. Bizler ise Allah’a söz verdiğimiz halde, hiçbir zaman verdiğimiz sözlerde durmadık. O’nun yapma dediklerini yaptık yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda halimiz nice olacak?

Sonra şöyle devam etti:

-Sizler şahit olun. Şuanda bu çocuk benim kötü yoldan dönmeme sebep oldu.Şimdiye kadar yaptığım bütün günahlarım için pişman olup tövbe ediyorum. Bundan sonra iyi bir insan olup, Rabbim’in sevmediği işleri yapmayacağım.

Reislerine çok bağlı olan haydutlar hep bir ağızdan;

-Reisimiz, biz senden ayrılmayız.Sen hangi yolda yürürsen biz de o yolda yürürüz diyerek hepsi birden pişman olup tövbe ettiler.

Kervandaki insanlardan ne aldılarsa hepsini geri verdiler ve bir daha haydutluk yapmayacaklarına söz verdiler.

Seyyid Abdulkadir ise yoluna devam ederek Bağdat’a ulaştı. Orada ilim tahsiliyle meşgul oldu. Kısa bir zaman içinde çok ünlü bir alim oldu. Binlerce insanın

Kötülüklerden vazgeçip iyi birer insan olmalarına vesile oldu

Sweetgirl
22.12.2005, 19:15
Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder, günün birinde ‘Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı’ diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendi’ye gönderir...
- Sen İlahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa bir bakıma içinden çıkılmaz bir hal alır:
- Neme lazım be Sultan’ım!
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez. Yahya efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
- Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!
- Sultan’ım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.
- İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘neme lazım be Sultan’ım’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.
- Sultan’ım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ‘neme lazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir...
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder.

1967_DERNEK_10UR
23.12.2005, 20:18
Hemen hemen herkes bu soruya kendince bir cevap bulmustur.
Sevgi kimine göre bir duygudur,kiminin inanmadigi,kiminin taptigi bir duygu.
Sen arkadasim! Bana sevginin tanimini yap dedigimde ,bana verecegin ilk cevap ne olurdu?
Tahmin edebiliyorum.
Buna cevap vermek gerçekten çok zor.
Imkansiz degil ama zor.
Sevgi için bir çok tanim yapilir.
Ama gerçek cevabin "sevgi" kelimesinin içinde oldugunun kimse farkinda degildir.
Sevgi sevgidir!
Sevgi bir sakizi sevdiginle paylasmaktir,sevgi hissetmektir,sevgi dokunmaktir,sevgi aglamaktir sevgi gülmek,sevinmektir sevgi,düsünmektir,sevgi acimaktir,sevgi annedir,sevgi çocuktur,sevgi devlettir,sevgi Allah... Sevgi sensin ,sevgi ben,sevgi o....
Sevgi çok seydir,sevgi asktir,arkadasliktir,dostluktu r,komsuluktur...
Sevgi her seydir be güzelim...Sevgi her sey...
SEVGI SENSIN BE GÜZELIM SEVGI SENSIN ANLIYOR MUSUN SEN!!!
Bir Yürekte Cannn olabilir misiniz?
O yürege Can Katabilir misiniz?
Bir Cannn'immm kelimesine o yürekte bin anlam katabilir misiniz?
Gözlerde isiltilar, piriltilar görebilir misiniz?
Çalinmis Zamanlari renk renk yasayabilir misiniz?
Ellerin,gözlerdeki isiltilarin o yüregin sicakligini birebir yansittigini algilayabilir/algilatabilir misiniz?
Ya yüzlerce, binlerce renklerin disinda renkler bilir misiniz?
Can sesini duydugunuzda yüreginizde; ürperti ve titresimlerin getirdigi telasin midenize vurusunu bilir misiniz? Imge'lerin tadini bilir misiniz?
Ya kelimelerin, mimiklerin, ifadelerin yetersiz kaldigini bilir misiniz?
Dizlerinizin, omuzunuzun, gögsünüzün can atesini arayisini bilir misiniz?
Avuçlarinizin; Can Çiçeginin ellerini, saçlarini, yüzünü özümleyisini bilir misiniz?
Saçlarina, gözlerine, burnuna, dudaklarina ve tenine dokunusun hazini bilebilir misiniz?
Kalabaliklarda sessizlik sarkilari söylemeyi bilir misiniz?
Ya ellerin dansini bilebilir misiniz? Sikica sarmanin, yürege katmanin tadinin haza dönüsümünü, Onun dizlerinde, omuzlarinda, sonsuza kadar kalmayi hatta yok olmayi isteyebilir misiniz?
Yani dostlugu,yüregi,ruhu,mantigi ve bedeni tek tek sirayla yasamayi, yudum yudum yürege katmayi bilebilir misiniz?
Kim bilebilir!
kim bilebilir ki!..
kim yasamis ve yasatmistir, kim algilatmis ve algilamistir ki, kimin gözleri acimistir, kimin yüregi kanamistir, kim deli yürek olmustur, kimin yüregine yagmurlar yagmistir/yagdirilmistir ve kim bu "misiniz" leri ve"kim"leri birebir yasamsalina katmistir ki :D
Iste bütün bunlari sadece ama sadece CANA CAN KATANLAR bilir yani biz

burcum
27.12.2005, 16:25
Kapı çalar...
Sabah erken saatlerinde... Açarsınız sütçüdür gelen...
Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz.Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahfaltısı canlanır.İçinizden '' Bu gün kahfaltıyı bahçede yapalım '' diye geçirirsiniz.

***

Kapı çalar...
Gelen postacıdır.Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda bir imza atarsınız.Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız.
Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. '' Artık canım sıkılmayacak '' deyip keyiflenirsiniz.En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız...


***

Zil çalar...
Kapıya koşarsınız.
Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta günlerce sürer. '' Yaşamak ne güzel '' dersiniz içinizden.Hele böyle dostlar varken...


***

Kapı çalar...
Dürbünden bakarsınız.Kimseyi göremezsiniz.Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz.Bir daha çalar.Bakarsınız yine kimse yok tam o sırada bir daha çalınca kapıyı açarsınız.Komşunuzun oğlu elindeki sopayla zile uzanmakta.Meğer tuzları bitmiş.İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz. '' Elbette göremem keratanın boyu bir metre... '' Bu küçük hadise neşelendiriverir ortalığı. Hatta hanımınıza anlatırsınız.


***

Kapı çalar...
Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız.Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. '' Oğlum benim '' diye hasretle kucaklarken gözyaşlarınızı zaptedemezsiniz.Mutluluğunuz oğlunuzun kadar uzar...


***

Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız.Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...

'' Ve kapı çalmaz... ''

En büyük misafir gelir.
Adeta kapı kırmıştır.Alıp gider sizi, şaşırırsınız. ''Niye haber vermedi ? '' diye içinizden geçirirken '' Doğduğundan beri zile basmaktayım '' der.Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez.

'' Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir ''...

burcum
28.12.2005, 17:00
Bende sizin gibi olmak, her yere özgürce gitmek,insanları seyretmek isterdim.
Anlamaya çalışırdım onların yaptığı hareketleri
Sizlerde ağlamayı bilirmisiniz? üzülürmüsünüz sevdiğiniz birini kaybettiğinizde
Sizlerde üzülürmüsünüz yavrularınıza yiyecek bulamadığınızda
Dile gelseniz, bize ilk önce neyi söylemek isterdiniz
Elbette siz sessiz varlıklar!
Siz bizi bizden daha iyi bilirsiniz
Sizde yalan söylemeyi bilirmisiniz?
Sizinde mumunuz yatsıya kadar yanarmı?
Sizde özledinizmi? Resulullah'ı , Asr_ı Saadet günlerini
Onun bıraktığı gibi değilmisiniz?
Yoksa sizde değiştinizmi? ümmetler gibi değiştirildinizmi?
Kuşlar... Her nefeste Allah'ı zikreden varlıklar
Sizde isyan edermisiniz başınıza kötü bir şey geldiğinde
Yoksa bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabb'a şükürmü edersiniz?
Anlamıyorum sabahları neden çok ötersiniz?
'' Esselatu hayrumminen nevm '' derken ezanlar
Bizi namaza mı kaldırmak istersiniz?
Banada uçmayı öğretebilirmisiniz? benide alırmısınız bu çarkın içinden
Heeyy... Neden kaçtınız sorularıma cevap vermeden
Neden beni bu dünyada yalnız bıraktınız?
Evet biliyorum, sabret dünyaya umutla bak diyorsun
Yaradanına şükret imtihanını başar diyorsun
Sabırlı ol, dünyaya umutla bak diyorsun ya
Peki ya sessiz varlık
'' YA UMUTLARDA BİTERSE ''...

emrullah_58_
29.12.2005, 17:38
Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...

Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı... Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti..Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.. Aradan 3 yıl geçti.

'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.. Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.. Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu..Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı..Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi... Çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler.Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı..Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu..
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun Etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.
Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: 'Ben bu resmi daha önce gördüm'...

'Ne zaman diye sordu'Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.

'Üç yıl önce adam ..Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti'..

İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır..Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...

1967_DERNEK_10UR
29.12.2005, 18:25
MAŞALLAH BU KADAR HİKAYEDEN İYİ BİR KİTAP ÇIKAR...

Sweetgirl
07.01.2006, 16:33
Padişahın yanında hizmetli olan bir hanım, Şeyh Hasan-ı Adli Hazretleri’ne gönlünü kaptırır. Fakat Hasan-ı Adli çok celalli bir zattır. Sarığını eğik takar, külhanbeyi gibi dolaşırmış. Kabri Sümbülefendi Camii’nin haziresinde bulunan bu zatın sarığı hâlâ eğik durur. Padişah, hizmetlisinin isteği üzerine konuyu şeyhe açmaya karar verir.
Sohbet esnasında Şeyh’e, “Efendi hazretleri, aşka itibarınız var mıdır?” diye sorar.
Hasan-ı Adli başını kaldırıp “Estağfirullah ama hocasıyız, aşkı biz anlatıyoruz.” diye cevap verir. Bunun üzerine padişah meseleyi açar.
Nikah kıyılır ve o izdivaçtan çok güzel bir kız çocuğu zuhur eder. Yaşı gelince taliplisi çok olur. Hasan-ı Adli’nin yanında hizmet eden Derviş Mehmet de taliptir şeyhinin kızına. Eve gelenin gidenin artması üzerine Hasan-ı Adli Hazretleri damat adayını belirlemek üzere Çırpıcı Çayırı’nda bir yarışma yapacağını ilan eder. En güzel tatlıyı yapanların alıp getirmesini ister.
Haberi duyan delikanlılar annelerinden, teyzelerinden öğrendikleri usullerle yaptıkları tatlıları kaptıkları gibi soluğu çayırda alırlar. Derviş Mehmet de koca bir dana dilini tepsisine koyup sıraya girer. Tatlıları bir bir tadan şeyh efendi, dervişine sıra gelince neden dil getirdiğini sorar. “Efendim, dünyada en tatlı ne olur diye düşündüm. En güzel tatlının bile tadı bir müddet devam eder ve geçer; ama dil gibi tatlısını bilemedim.” diye cevap verir. Şeyh efendi ikinci yarışmada en acı şeyin getirilmesini isteyince Derviş Mehmet yine dili çıkarır ortaya ve yine dünyadaki en acı şeyin dil olduğunu anlatır. İki imtihanı da başarıyla geçer. Zaten imtihanın şekli böyle bir cevheri ortaya çıkarmak için olduğunu da göstermektedir.
Fakat, bir gün Hasan-ı Adli evinde hizmet eden Derviş Mehmet’e “Bir kahve yap da içelim.” der. Derviş cezveyi alıp mangalın üstüne sürer. Cezve közün üzerinde tıkırdamaya başlayınca “Bak su konuşuyor, acaba ne diyor?” diye sorar. “Eyvallah efendim ama bilmiyorum.” der derviş. “Bunun cevabını ver, düğününüzü yapalım.” der Hasan-ı Adli. İki imtihanı da geçtikten sonra şeyhin kızının gönlü de dervişe mail olmuştur.
Derviş aciz kalınca müşkülü çözmek isteyen kızı bir gün, “Babacığım ben size bir kahve yapayım.” der. Cezvenin içindeki sudan ses gelmeye başlayınca “Babacığım su ne diyor?” diye sorar. “Evladım, diyor ki, ben yağmur oldum gökten rahmet olarak indim. Benim feyzimle ağaçlar, nebatat bitti. Bu ağaçlar odun oldu, ateş oldu da etrafımda beni yakıyor. Bana olan benden, bana olan benden, diye söyleniyor.” der Hasan-ı Adli. Derviş Mehmet’e hemen haber gider. Ertesi sabah münasebetsiz bir saatte gelen Derviş Mehmet “Efendim size bir kahve yapayım mı?” der. Su tıkırdamaya başlayınca “Efendim söyliyeyim mi ne dediğini?” der heyecanla. Söylemesi istenince ezberden aktarır hemen “Bana olan benden” diye. Şeyh Hasan-ı Adli bunun üzerine kahkahayı basar “Bu da bendendir, bu da bendendir!” der ve söz verdiği düğünü yapar.

erhan5834
07.01.2006, 18:01
MAŞALLAH BU KADAR HİKAYEDEN İYİ BİR KİTAP ÇIKAR...
ÇIKARSAKMI NE YAPSAK ÇOK DA SATAR GARDAŞ YA....

MAVİ_BERE
07.01.2006, 18:05
ÇIKARSAKMI NE YAPSAK ÇOK DA SATAR GARDAŞ YA....


YAW ERHAN VAR YA BU SİTE DE Kİ üyelerden
HEM sair
Hemde yazar olur....

SPORSOR BUL..
BEN SAİRİNİZ OLURUM....

erhan5834
07.01.2006, 18:15
YAW ERHAN VAR YA BU SİTE DE Kİ üyelerden
HEM sair
Hemde yazar olur....

SPORSOR BUL..
BEN SAİRİNİZ OLURUM....
GARDAŞ BU SİVASLI ALLANA KADAR SİVASLI ....BİZDEN SİVASLILARDAN ÇIKAR BÜTÜN GÜZELLİKLER FARKIMIZ İŞTE KAHRETSİN...

1967_DERNEK_10UR
07.01.2006, 18:19
YAW ERHAN VAR YA BU SİTE DE Kİ üyelerden
HEM sair
Hemde yazar olur....

SPORSOR BUL..
BEN SAİRİNİZ OLURUM....
GARDAŞ ZATEN SPORDAN BAŞKA HERŞEY VAR..BEN SANA SPONSOR OLURUM ..SEN YAZMAYA BAŞLA ŞİMDİ DEN:D

erhan5834
07.01.2006, 18:22
GARDAŞ ZATEN SPORDAN BAŞKA HERŞEY VAR..BEN SANA SPONSOR OLURUM ..SEN YAZMAYA BAŞLA ŞİMDİ DEN:D
REİS OLSUN YAW BİRAZDA HİKAYE OLSUN ZARARMI EDER...

1967_Dernek_Murat
07.01.2006, 18:23
GARDAŞ ZATEN SPORDAN BAŞKA HERŞEY VAR..BEN SANA SPONSOR OLURUM ..SEN YAZMAYA BAŞLA ŞİMDİ DEN:D
EVET ONUR HAKLISIN BENDE SPONSOR OLURUM VALLA

erhan5834
07.01.2006, 18:26
EVET ONUR HAKLISIN BENDE SPONSOR OLURUM VALLA
MURAT SENİN GİBİ Bİ SPONSOR VARSA SIRTIMIZ YERE GELMEZ GARDAŞ ALLAH RAZI OLSUN BÜYÜKSÜN BABA ....

1967_DERNEK_10UR
07.01.2006, 18:27
iyi sponsorlar çoğalıyor..yok mu artıran:D

erhan5834
07.01.2006, 18:29
iyi sponsorlar çoğalıyor..yok mu artıran:D
YOKMU ARTIRAN HADİ BEYLER BAYANLAR PAMUK ELLER CEPLERE...:D

Sweetgirl
07.01.2006, 18:30
iyi sponsorlar çoğalıyor..yok mu artıran:D

arkadaslar topicleri neden chat olarak kullaniyorsunuz anlamiyorum eger konusacaginiz varsa chatde veya msninizde konusun her topici bu hale getirmissiniz ne yapmaya calisiyorsunuz...

1967_DERNEK_10UR
07.01.2006, 18:32
arkadaslar topicleri neden chat olarak kullaniyorsunuz anlamiyorum eger konusacaginiz varsa chatde veya msninizde konusun her topici bu hale getirmissiniz ne yapmaya calisiyorsunuz...
SWEET HANIM YASAK MI TOPİĞE YAZMAK .. BU MESAJ NASIL ÇOĞALACAK..:D

erhan5834
07.01.2006, 18:37
arkadaslar topicleri neden chat olarak kullaniyorsunuz anlamiyorum eger konusacaginiz varsa chatde veya msninizde konusun her topici bu hale getirmissiniz ne yapmaya calisiyorsunuz...
CHAT DEĞİL SWET HANIM SADECE GÖRÜŞ YAZIYORUZ DİKKAT EDERSEN AMA SENİN DÜŞÜNCEN SAYGI DUYARIZ ......AMA KATILMIYORUZ BUNUDA BİL..

MAVİ_BERE
07.01.2006, 18:40
SWEET HANIM YASAK MI TOPİĞE YAZMAK ..YAZMAK BUMESAJ NASIL ÇOĞALACAK..:D

KARDEŞ SEN SİİR İSTE...

SPORSOR SENSEN BEN YAZDIM BİLEE SİİR...

1967_DERNEK_10UR
07.01.2006, 18:40
CHAT DEĞİL SWET HANIM SADECE GÖRÜŞ YAZIYORUZ DİKKAT EDERSEN AMA SENİN DÜŞÜNCEN SAYGI DUYARIZ ......AMA KATILMIYORUZ BUNUDA BİL..
BEN DAHA YAZMIYOM GARDAŞ BİZDEN DE KİMSE YAZMASIN..SONRA KIYMETYE BİNİYOR..BİZİM MEKANLARIMIZ BELLİ..

Sweetgirl
07.01.2006, 18:43
ok, ben sadece biraz katilayim dedim yaa ne hemen kiziyorsunuz :D
bakiyomda hemen sweet hanim olduk, hayirdir insallah :D

DJMuRaT
07.01.2006, 18:46
FORUMA BİŞİ YAZMANIN ADI CHAT OLUYO...O ZMAN KİMSE BİŞİ YAZMASIN FORUMLARA...]

erhan5834
07.01.2006, 18:50
FORUMA BİŞİ YAZMANIN ADI CHAT OLUYO...O ZMAN KİMSE BİŞİ YAZMASIN FORUMLARA...]
AHADA Bİ DESTEK DJ GARDAŞIMDAN GELDİ VAROL GARDAŞIM ELİNE SAĞLIK..YÜRÜ BE KİM TUTAR SENİ....

erhan5834
07.01.2006, 18:51
ok, ben sadece biraz katilayim dedim yaa ne hemen kiziyorsunuz :D
bakiyomda hemen sweet hanim olduk, hayirdir insallah :D
SWET HANIM DEĞİL ABLAAAAAAAAAAAAAAA UNUTMA BUNU UZATMALI ABLAAAAAAAAA :D

MAVİ_BERE
07.01.2006, 18:56
AHADA Bİ DESTEK DJ GARDAŞIMDAN GELDİ VAROL GARDAŞIM ELİNE SAĞLIK..YÜRÜ BE KİM TUTAR SENİ....


KARDEŞ
HEM DESTEK TAM DESTEK....
BAZI MSJLARDA SİLİNİYOR....(EN ÇOK İSYAN ETTİĞİM BUDUR.)
SİLİNMESİNİ İSTEMİYORUM...

DJMuRaT
07.01.2006, 18:56
NE YALAN SÖYLİYM GARDAŞ BENCE FORUM CHATTEN ZEWKLİ...KİMSEDE BU ZEWKİ BİZDEN MAHRUM BIRAKAMAz!!!!!

MAVİ_BERE
07.01.2006, 18:59
EVET BENCEDE ZEVKLİ...

MAVİ_BERE
07.01.2006, 19:01
VE BİR ÖNERİ SUNACAM BEN...
CHAT BİR KAÇ GÜNLÜĞÜNE KAPANSIN...
BAKALIM KAÇ KİŞİ GELECEK..
SADECE 15 GÜN KAPANSIZ....
BAKALIM Bİ O ZAMAN GERÇEK TARAFTAR KİMM....

DJMuRaT
07.01.2006, 19:02
EVET BENCEDE ZEVKLİ...


EYW...LEVENT.... :D

alimuharrem58
07.01.2006, 19:05
VE BİR ÖNERİ SUNACAM BEN...
CHAT BİR KAÇ GÜNLÜĞÜNE KAPANSIN...
BAKALIM KAÇ KİŞİ GELECEK..
SADECE 15 GÜN KAPANSIZ....
BAKALIM Bİ O ZAMAN GERÇEK TARAFTAR KİMM....


haklısın abi

1967_DERNEK_10UR
07.01.2006, 19:07
UŞAH YAZMAYIN DEDİM LÜTFEN...SONRA LAF SÖZ SAHİBİ OLUYORLAR...:mad:

DJMuRaT
07.01.2006, 19:09
UŞAH YAZMAYIN DEDİM LÜTFEN...SONRA LAF SÖZ SAHİBİ OLUYORLAR...:mad:


OK .....GARDAŞ...AMA AYIP OLUYO....BİZ SENELERDİR FORUM KULLANIYOZ....

AyhanBayrak
09.01.2006, 02:47
:D Gelde kafayi yeme


Saygı değer hakim bey.. ;

Sayğılarımla size açıklama özgürlüğümü kullanarak bazı şeyleri bildirmek istiyorum? Umarım bu durumu en kısa zamanda açıklığa kavuşturursunuz..

Su günlerde askerliğe çağırılacağım. Yasım 24 ve 44 yasında bir dul bayanla evlendim, kendisinin de bir kızı var 25 yasında.

Babam ise bu bahs etmis oldugum kizi ile evlendi.

Böylelikle Babam, karimin kizi ile evlendigi icin damadim olmus oldu.

Bunun üzerine kizim da üvey annem olmus oldu babamla evlendigi icin..

Hanimimin ve benim gecen sene bir oglumuz oldu.

Oglum hanimimin kizinin erkek kardesi oldu, ayni zamanda Babamin da enistesi.

Birde üveyannemin erkek kardesi oldugu icin dayi oldu. Anliyacaginiz benim oglum benim dayim oldu..

Babamin esi sene sonunda dünyaya bir erkek cocugu getirdi.

O babamin oglu oldugu icin benimde erkek kardesim, vede kizimin oglu oldugu icin de torunum.

Yani ben, torunumun erkek kardesiyim.

Ayrica bir Annenin evladinin babasi esi olduguna göre bende Esimin Kizinin babasiyim vede kizimin erkek cocugunun erkek kardesiyim.

Kisacasi kendimin büyükbabasiyim..

Sayin Savci bey sizden ricam beni Askerlik görevimden arz etmenizdir, sizde biliyorsunuzki kanunlarimizda Baba, Ogul ve Torun ayni zamanda askerlik yapamazlar..
saygilarimla..

Not: Pskolojik rahatsizliklardan ve Ailedeki dengesizliklerden
dolayi bu genc adam askerlikten men edilmistir..
Dosyasina bu sekilde islenmis..



gelde gülme cik cikabilirsen isin icinden :D :D :)

efe058
09.01.2006, 05:02
ÇOK HOŞ Bİ SAVUNMA AMA BU EVLENMELER HARAM DİKAAT ETRMEK LAZIM BU İŞLERE BAŞKA ŞEYE BENZEMEZ

MAVİ_BERE
11.01.2006, 04:34
Affın Erdemi


Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra , genç adam , uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki , ne ziyaretine gelmişler , ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini , cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor ; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

Ailesinin işini kolaylaştırmak için , kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse , raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa , hiç bir şey yapmayacaklar , o da trende kalıp Batıya gidecek , belki de bir serseri olacakmış.

Tren , kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki , pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş.
Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş ,
“ Şuraya bak ” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “ Her şey yolunda , bütün ağaç bembeyaz kurdelalarla bezenmiş ”.

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar , adeta , birden dağılmış , kaybolmuş.

"Affetmezseniz sevemezsiniz.
Sevgisiz hayat ise anlamsızdır"

MAVİ_BERE
11.01.2006, 04:35
Niçin aşk? Nedir bu aşk denilen şey, elle tutulmaz gözle görülmez bir şeyse nedir bu yaşanan somut acılar,güzellikler? Tek başına aşkı tanımlamak her şeyden soyutlamak mümkün mü? Hayır ! Aşk bugünlerde bazılarına göre plastikten bile yeniden yapıldı.Dünyada yaşanan suniliğe doğru gidiş aşkın etrafını sardı.

Nedir şu aşk...? Aşk hayatın bize hazırladığı en güzel sürprizdir, bu yüzden de kalpleri ne zaman ele geçireceği hiç belli değildir. Daha ne olduğunu bile anlayamadan onun hükümdarlığına giriverirsiniz. Aşk; en yalın biçimde anlatılan tek kavramdır o, adı kendisidir zaten. Onu anlatmak için sonu gelmez cümleler kurmanıza gerek yoktur, "Aşık oldum" dediğiniz an akan sular durur, küçücük çocuk bile sizi rahatlıkla anlayabilir, çünkü aşkın dili tektir.

Aşkın zamanını biz ayarlayabilseydik eğer ve kime neden aşık olduğumuzu anlayabilseydik,aşkın sırrını da çözerdik herhalde. Ama o zaman da aşkın insanı alıp götüren büyüsü tamamen kaybolurdu.

Aşk hayata karşı işlenen en güzel ve en doğru suç ortaklığıdır, aşk hayatın bütün tekdüzeliğine, bütün sıradanlığına en soylu başkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz. Ve elbette yaşanılan aşkı suçlamak ,yargılamak, karalamak, inkar etmek de aşka yakışık kalmaz. Bu önce haksızlık, kendinize saygısızlık olur. İnsan sonuna kadar savunmalı aşkını, karşılık görmese de, acı çekeceğini hissetse de, yarın terk edileceğini bilse de, ailesini karşısına alacağını bilse de taviz vermemeli aşkından, "Seni Seviyorum" diyebilmeli göğsünü gere gere. Aşk iste o zaman aşktır. Ve bunun doğrusu yanlışı yoktur, zaten aşkın kendisi doğrudur, kime karşı duyuluyorsa bu aşk, doğru insanda işte odur.

Aşkın zamanı yoktur, hep hazırlıksız yakalar insanı. Evli olmanız, sevgilinizin olması, bir ayrılığın taze yaralarını kurutmaya çalışmanız,bağlılıktan korkmanız, ailenizden çekinmeniz, hatta sevilenin hapse girmesi bile onun hiç mi hiç umurunda değildir. İşte aşk bütün bunlara tek başınıza karşı gelebilme yürekliliğidir, belki de yeni hayata geçebilme yolu...

Aşkın ne zaman gelebileceği belli olmadığı gibi, ne zaman gideceği de hiç belli değildir. Fazla vakti yoktur onun, uzun süre beklemeye ve bekletilmeye tahammülü de yoktur. Bir başka göze bakmaya, bir başka tene dokunmaya başlaması o kadar da zor değildir...Aşktan değil, onun kaçmasından korkun ve doğruluğuna yanlışlığına bakmadan sonuna kadar savunun aşkınızı.

Biliyor musunuz, hayat zaten kocaman bir yalan, bu kadar sahteliğin içinde gerçek ve doğru olan tek güzellik AŞK.!!. Lütfen ona haksızlık etmeyelim..

MAVİ_BERE
11.01.2006, 04:54
bir sır düğümü gibi kaldım,
içimde ne fırtınalar koptu,
bu gözler ne haksızlıklara tanık oldu,
gene de konuşamadım....
dilim başka söylüyor,
içim başka yaşıyor,
artık dermanım kalmadı,
herkes üstüme geliyor,
yüreğim bu kadarını kaldıramıyor....
sen beni düşünmezken,
ben seni bekledim,
sen başkalarını severken,
ben seni sevdim...
bugün sevdiğin yemeği yaptım sana
soğan katmadım ama,
olurda gelirsin diye bana......
sende acıma acı katma,
uzak değilim o kadar gel yanıma...
sen anlatılamazsın aslında,
hani elime kalemi alıp anlatıyorum ya;
olmuyor yetişemiyorum sana,
bıraktım sonunda sevgili seni sana!!!
gene de bir ömrüm daha olsa,
hiç mutlu olmadığım bu hayat yolunda,
gene aşık olurdum sana,
asla gitmezdim başkasına...
elini bir uzatsan yanındayım,
bir sesini duysam koşacağım,
sana hala aşığım,
kor gibi yanmaktayım....

Sweetgirl
12.01.2006, 20:39
bir sır düğümü gibi kaldım,
içimde ne fırtınalar koptu,
bu gözler ne haksızlıklara tanık oldu,
gene de konuşamadım....
dilim başka söylüyor,
içim başka yaşıyor,
artık dermanım kalmadı,
herkes üstüme geliyor,
yüreğim bu kadarını kaldıramıyor....
sen beni düşünmezken,
ben seni bekledim,
sen başkalarını severken,
ben seni sevdim...
bugün sevdiğin yemeği yaptım sana
soğan katmadım ama,
olurda gelirsin diye bana......
sende acıma acı katma,
uzak değilim o kadar gel yanıma...
sen anlatılamazsın aslında,
hani elime kalemi alıp anlatıyorum ya;
olmuyor yetişemiyorum sana,
bıraktım sonunda sevgili seni sana!!!
gene de bir ömrüm daha olsa,
hiç mutlu olmadığım bu hayat yolunda,
gene aşık olurdum sana,
asla gitmezdim başkasına...
elini bir uzatsan yanındayım,
bir sesini duysam koşacağım,
sana hala aşığım,
kor gibi yanmaktayım....

cok güzel yazmissin ellerine saglik kardesim

drummer
12.01.2006, 22:03
ÖĞRENDİM Kİ...

Yıllar sonra öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, yıkmak bir dakika.
Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil, kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle her isin iki yüzü var.
Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
Öğrendim ki... Karşılık vermek, düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
Öğrendim ki..."Bittim" dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.
Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatini kontrol eder.
Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde, yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlar.
Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz, bazıları hiç karşılık vermiyor.
Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı.
Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki... İki insan ayni şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
Öğrendim ki; Âşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Öğrendim ki; Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
Öğrendim ki; Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatini değiştirebilir.
Öğrendim ki... Duvarda asili diplomalar insani insan yapmaya yetmez.
Öğrendim ki... Karsındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yas günü partisi yasadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Öğrendim ki; Aile hep insanin yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.
Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Öğrendim ki; Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Öğrendim ki; Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Öğrendim ki; Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Öğrendim ki; İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Öğrendim ki; Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki; Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor...

Sweetgirl
16.01.2006, 18:23
Mevlânâ Celaleddin Rûmî anlatır: Uzun zaman önce insanlar, sadece toprağa değil kalblere de hükmetmesini bilen sultanlarını çok seviyordu. Kendileri de bu hayırlı insan tarafından tanınmak ve sevilmeyi arzu ediyordu. Bu sebeple bazı günlerde Bağdat’a gidip, sultanın huzuruna çıkıp ona hediyeler veriyordular. Zenginlerin ve imkanı olanların kıymetli hediyeler takdim ettiği bir gün, bir fakir de sultana yaraşır bir hediye arıyordu.
Değerli hiçbir şey bulamayınca evindeki bir tarafı kırık testi aklına geldi. Köyün buz gibi suyundan testiyi doldurdu ve yola revan oldu. Az sonra karşılaştığı birisi ne yaptığını, nereye gittiğini sorup öğrenince alaylı bir şekilde, “Bilmiyor musun sultan suyun kaynağında oturuyor. Hem sizin çeşmenin suyu da onun.” dedi. Fakir adam kızardı, yutkundu, kelimeler boğazında düğümlendi ve “Olsun!” dedi, “Sultana sultanlık, gedaya da gedalık yaraşır. Sultana has hediyem yoksa da onun suyunu ona takdim etmeye müştak ve onun sevgisiyle dolu bir gönlüm var!”
Fakir adam, kırık testisiyle Sultan’ın huzuruna çıkar. Sultan ona sultanlığına uygun şekilde muamele eder; ikramda bulunur ve geriye dönerken de, “Bize ne ile gelirse gelsin onu boş çevirmeyin, testisini altınla doldurun.” der. Mevlânâ bu menkıbeyi naklettikten sonra şöyle der: “Değersiz bir sermayeyle gelsek de teveccüh ettiğimiz kapı Allah’ın kapısıdır.”

Arif Coşkun
16.01.2006, 18:40
Gelde kafayi yeme


Saygı değer hakim bey.. ;

Sayğılarımla size açıklama özgürlüğümü kullanarak bazı şeyleri bildirmek istiyorum? Umarım bu durumu en kısa zamanda açıklığa kavuşturursunuz..

Su günlerde askerliğe çağırılacağım. Yasım 24 ve 44 yasında bir dul bayanla evlendim, kendisinin de bir kızı var 25 yasında.

Babam ise bu bahs etmis oldugum kizi ile evlendi.

Böylelikle Babam, karimin kizi ile evlendigi icin damadim olmus oldu.

Bunun üzerine kizim da üvey annem olmus oldu babamla evlendigi icin..

Hanimimin ve benim gecen sene bir oglumuz oldu.

Oglum hanimimin kizinin erkek kardesi oldu, ayni zamanda Babamin da enistesi.

Birde üveyannemin erkek kardesi oldugu icin dayi oldu. Anliyacaginiz benim oglum benim dayim oldu..

Babamin esi sene sonunda dünyaya bir erkek cocugu getirdi.

O babamin oglu oldugu icin benimde erkek kardesim, vede kizimin oglu oldugu icin de torunum.

Yani ben, torunumun erkek kardesiyim.

Ayrica bir Annenin evladinin babasi esi olduguna göre bende Esimin Kizinin babasiyim vede kizimin erkek cocugunun erkek kardesiyim.

Kisacasi kendimin büyükbabasiyim..

Sayin Savci bey sizden ricam beni Askerlik görevimden arz etmenizdir, sizde biliyorsunuzki kanunlarimizda Baba, Ogul ve Torun ayni zamanda askerlik yapamazlar..
saygilarimla..

Not: Pskolojik rahatsizliklardan ve Ailedeki dengesizliklerden
dolayi bu genc adam askerlikten men edilmistir..
Dosyasina bu sekilde islenmis..




gelde gülme cik cikabilirsen isin icinden


Valla ayhan gardaş ben bunu biraz düşünmem lazım,kim kimin neyi:D Kafayı gerçekten yemessem iyi:D :D :D :D

FATIMA
17.01.2006, 00:11
GEÇ KALMAYIN !
Daha henüz 18 yaşındaydı ama hayatının sonundaydı.
Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı.
Kahır içinde eve kapatmıştı kendini...Sokağa çıkmıyordu.
Annesi, bir de kendisi. O kadardı bütün hayatı...
Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa...
Bir yığın vitrin önünden geçti, tam bir CD satan dükkânı da
geride bırakmıştı ki, bir an durdu, geri döndü, kapıdan içeri,
gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi
yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar... Hani,ilk bakışta
aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte...İçeri girdi. Kız,
gülümseyerek koştu ona; "Size nasıl yardım edebilirim?" diye.
Nasıl bir gülümsemeydi o...Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi
kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet!" diyebildi. Rastgele
birini işaret ederek; "Evet, şu CD'yi bana sarar mısınız?"
dedi. Kız CD'yi aldı, içeri gitti, az sonra paketle geri geldi.
Gençkızdan aldı paketi, çıktı dükkündan, evine döndü.
Paketi açmadan dolabına attı... Ertesi sabah gene gitti aynı
dükkâna...Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve
getirdi, attı paketi dolaba gene açmadan...Günler hep alınıp,
sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret
edemiyordu. Annesine açıldı sonunda...Annesi; "Git konuş
oğlum, ne var bunda?" dedi. Ertesi sabah,bütün
cesaretini topladı, erkenden dükkâna gitti. bir CD seçti.
Kız gülerek aldı CD'yi, arkaya gitti paketlemeye.
Kız içerdeyken bir kâğıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz?"
diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi,notu kasanın
yanınakoydu gizlice. Sonra,paketini alıp
kaçtı gene dükkândan... İki gün sonra evin
telefonu çaldı... Anne açtı telefonu. Dükkândaki tezgahtar
kızdı arayan. Delikanlıyı istedi, notunu yeni bulmuştu
da... Anne ağlıyordu... "Duymadınız mı?" dedi. "Dün kaybettik
oğlumu." Cenazeden birkaç gün sonra anne, oğlunun odasına
girebildi sonunda. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı,
oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı,
oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir
CD vardı, bir de minik not...
"Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, daha yakından
tanımak istiyorum. Bir akşam birlikte çıkalım mı?
Sevgiler... Jacelyn "
Anne, bir paketi daha açtı, onda da bir CD ve
bir not vardı: "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz,
hadi beni bu gece davet edin, artık.
.............................. ....................

FATIMA
17.01.2006, 00:13
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onlarındurağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... Senin için ölürüm? derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama Hayır, ben senin için ölürüm? diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak.... Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar
verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde satılık levhası asılı olan. Ne dersin, bu evi alalım mı dedi adama. Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı... Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim diye yanıt verdi adam.

Amerikadaki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa
olsun, burası bizimdir artık.... Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerikaya giderken. Her gün, her saat konuştular
telefonla.Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut... Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız
ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım diye sözünü kesti arkadaşı. O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya.... Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği,
insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve
bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, son bir kez kucaklamak isterim seni diyecek oldu ama kadın, defol dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerikaya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. Sen, buraya ne yüzle geliyorsun diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor. dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerikadaki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir
senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla
birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerikaya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi... Gözlerinden
akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek
istiyordu.Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem? diyordu... Sırayla okudu; Seni çok sevdim, Seni sevmekten hiç vazgeçmedim, Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim. Fakat benim için ölmeni istemedim.Şimdi bana söz vermeni istiyorum. Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım....

Sweetgirl
22.01.2006, 12:59
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı; ama küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.

Çocuk, ona dönerek:

- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.

- Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?

- Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.

Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler...

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek:

- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.

- İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.

Çocuk biraz düşünüp:

- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?

- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.

- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.

- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.

- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.

Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?

- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- Babam haklıymış!. dedi. ‘Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.


Her rüzgar savuracak bir toz bulur,
Her hayat yaşanacak bir can bulur,
Her umut gerçekleşecek bir düş bulur
Bulunmayacak tek şey senin benzerindir

MAVİ_BERE
27.01.2006, 19:00
Işıkları açmadığın için memnun musun? :.

İngiltere'de okuyan iki Türk kızı yurttta aynı odada kalıyorlarmış. Bir gece kizlardan biri arkadaşının evine ders çalışmak için gidecekmiş.

Diğer kızla vedalaşıp çıkmış ama daha yurttan 100 metre falan uzaklaşmış ki ders kitaplarından birini unuttuğunu farketmiş. Odaya geri dönmüş tabiyatıyla. Kapıyı açtığında ışıkların kapalı olduğunu görmüş. "Banu yattı heralde" diye düşünüp ayaklarının ucuna basa basa karanlıkta kitabını aramış. Bulamayınca da, "Şimdi kızcağızı rahatsız etmeyim, nasılsa arkadaşımda aynı kitaptan var. İdare ederiz artık" deyip çıkıp gitmiş. Ertesi sabah sınavdan sonra odasına döndüğünde bir de ne görsün! Oda baştan aşağı kan içinde! Arkadaşının vücudu da parçalar halinde oraya buraya dağıtılmış.

Duvarda da (muhtemelen kızın kanıyla yazılmış) bir yazı varmış:
"Aren't you glad, you didn't turn on the lights?"

(Işıkları açmadığın için memnun musun?)

MAVİ_BERE
27.01.2006, 19:01
180 SORU 180 CEVAP
Olmuyordu...Evet gene istediği neti yapamamıştı.180 soru olmasına rağmen o ancak 90-100 net arasında yapıyordu.Bazıları için bu rakam çok yüksek gelebilirdi ama onun için en az 150 net yapmak gerekliydi.Ya kalan bir ayda yemeden,içmeden soru çözecekti ya da...
O zor olanı seçmek yerine gidip en kolay ve en tehlikeli yolu seçmişti.''EVET EN YÜKSEK NETİ YAPAN ARKADAŞLARINI ÖLDÜRECEKTİ!!! ''Hemen Hazırlıklara başladı.Ya üniversiteyi kazanamazsam diyerek biriktirdiği dersane parasını sniper silah almaya harcadığını annesi bir duysa..İçinden gülümsedi,acaba bir sorun çıkar mı diye düşündü.Ama doğru ya o artık 18 yaşındaydı.İstediğini yapabilirdi.
İçinde nedense bir korku vardı.Dersane birincisi olan A.'nın evinin karşısındaki çatıya çıktı.Kalbi filmlerdeki gibi hızlı atmıyordu.Aksine acaba yaşıyor muyum diyerek kendine çimdik attı.Mermiyi silaha yerleştirdi ve 'BAMM'... İşte yapmıştı. İçinde bir sıcaklık aynı zamanda da bir hüzün vardı,ve hüzün ağır bastırınca gözlerinden yaşlar damladı.Düşündü, eğer aynısını ona bir başkası yapsaydı ne olurdu.Annesini gözlerinin önüne getirdi ve oradan uzaklaştı.
Evet...Bu da bitti diye düşündü.A.'nın ölümünden 1 ay eçmişti ama onu hala kimin öldürdüğü bilinmiyordu.Ve bu da 10.'su dedi,silahını sakladı,yağan kara aldırmadan evine gitti.
Bu da 180.'ci dedi.Artık öyle ağlamalar falan yoktu.İçini ne biraz sıcaklık, ne de biraz da hüzün vardı.Taş gibiydi.Ayrıca kaç aydır dersaneye de gitmemişti.Öyle ya aylardan mayıstı artık.ÖSS'ye ne kalmıştı ki...
Yine odasındaydı,yine elinde o berbat sınav karnesi duruyordu.Ama tek fark,puanının baraj olan 180'in bile altında olmasıydı.Ama nasıl oldu diye düşündü.Halbuki neredeyse herkesi öldürdüm dedi.O anda gözü sniper'ına takıldı.Acaba..?
Ve yine eskisi gibi vücudunu sıcaklık kapladı.Ama bu sefer bildiğiniz sıcaklıklardan değil,yakıcı,kavurucu,ızdırap verici bir sıcaklıktı bu.Etrafına baktı.Etrafını arkadaşları A. ve diğerleri kaplamıştı.Ellerine bir baktı,hepsinde benim silahım var diye düşündü.A. ona yaklaştı:
Birinci soru:Bizi niye öldürdün? dedi.O çok korktu ve bulunduğu yerin cehennem olduğunu unutarak:
Sizi ben öldürmedim,şeytan öldürdü dedi.
A. Bu cevabı beklercesine:
Yanlış, dedi ve demesiyle katilini kafasından vurdu.
Bu kaçıncı bilmiyordu.Etrafındaki heryerden kan fışkırıyordu.Bir başka arkadaşı da aynısını yaptıktan sonra kendisine bir baktı,ama ben bunları böyle düşünmedim ki dedi.
Bu sonuncusu dedi diğer bir arkadaşı.O da katilini kafadan vurduktan sonra baktı.O güçlü katili,'ÖLDÜRÜN BENİ' diye sayıklıyordu.A. öne çıktı ve:

'ALDIN MI 180 SORUNUN CEVABINI' dedi.

MAVİ_BERE
27.01.2006, 19:03
Ramazan ayının ortalarındaydık. Ertesi gün oruç tutmak için sahura kalktım ve uykulu bir halde yemek yedikten sonra, henüz daha soğumayan sıcak yatağıma uzandım. Uykuya dalar gibi olmamla birlikte üzerimde bir ağırlık hissettim. Gözümü açtım ve hareket etme çabalarım sonuçsuz kaldığını gördüm. Yatağımın bulunduğu yerden yemek masasında yemek yiyen annemi görmeme rağmen bir türlü hareket edememem, beni çok şaşırtmıştı. Vücudumun hiç bir noktasını hareket ettiremememin yanı sıra parmağımı bile kıpırdatamamam beni iyice telaşlandırdı. Çünkü daha önceden böyle bir olayla hayatım boyunca karşılaşmamıştım. Müthiş bir güç harcamama rağmen hareket edemiyordum ve avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Aman Allah'ım sesim de çıkmıyordu. Yaklaşık 3-4 metre uzakta olan anneme lütfen beni kurtar dercesine çırpınmalarıma karşı bir türlü kendimi farkettiremiyordum. Artık dayanamayarak gözlerimi kapadım ve "Yeter artık ne zaman bitecek bu işkence? Yoksa ölecek miyim?" gibi düşüncelere dalarken, birden birinin elini omzumda hisettiğim anda üzerimdeki ağırlık bir anda yok oldu. Bağırarak gözlerimi korkuyla açtığımda omuzundaki elin anneme ait olduğunu görmenin rahatlığıyla, yataktan sıçrayışımın sesi tüm ev halkını ayağa kaldırmıştı. Peki neydi o üstümdeki cisim? Bir insan uykuda olabilir ama gözleri açık asla.

erhan5834
27.01.2006, 19:05
Bu Kadın Defnedilemez

Ebu Hanife’nin meclisine gelen biri şöyle bir suâl sordu:
– Hamile bir kadın doğum sırasında vefat etti. Onu yıkamak üzere tahtanın üzerine koyduklarında karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın böylece defnedilecek mi, yoksa bekletilecek mi? Kadın şu anda yıkama tahtası üzerinde beklemektedir. Mecliste hazır bulunanlar birbirlerine bakıştılar. Bazıları:

– Bu kadın defnedilemez. Ancak bekletilir. Ola ki bekleme sırasında çocuk dünyaya gele, dediler.

Bazıları da:

– Cenaze bekletilmez. Efendimizin hadisi vardır, cenazenizi bir an önce toprağa verin, buyurdu, dediler. Böyle söylenmesine rağmen yine de gözler Ebu Hanife Hazretleri’ndeydi. O, söylenenleri dikkatle dinledikten sonra fikrini açıkladı:

– Bu cenaze, ne defnedilir, ne de çocuğun doğması için bekletilir?

Dinleyenler şaşırdılar.

– Ne yapılır öyleyse? Geride başka ihtimal mi var sanki?

Evet, Hazret-i İmam’a göre asıl ihtimal geridedir ve olması gerekeni şöyle dile getirmiştir:

– Bu hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, sonra defnedilir!

Dinleyenler hep birden bu görüşe iştirak ettiler. Doktor geldi. Hamile kadının karnı yarılıp çocuk sağ olarak çıkarıldı. Sonra defnedildi, çocuk bakıma alındı.

Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu çocuk büyüdü, sıhhatli ve akıllı bir çocuk olup, Ebu Hanife’nin ilminden, irşadından istifade etti. Ebu Hanife’nin gösterdiği fıkhî çare ile hayata gelişinden dolayı halk ona Ebu Hanife’nin oğlu adını takmıştı.

erhan5834
27.01.2006, 19:09
Felsefenin sonu
Kadızade Hızır Bey'in oğlu olan ve sonradan üstün zekâsı ve son derece kaabiliyeti sayesinde büyük ilim adamlarından olan Sinan Paşa, gençlik çağlarında felsefeye çok önem verirmiş. Babası Hızır Bey her ne kadar oğlunu bu yoldan çevirmeye çalışmışsa da bir türlü başaramazmış. Hatta öyle olmuş ki, bir gün baba-oğul beraber yemek yerlerken yine münakaşaya başlamışlar. Baba oğlunun her şey hakkında şüphe etmesine çok sinirlenmiş.
Bir ara demiş ki:
-Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş.
-Doğru söylüyorsun baba! İnsanın hisleri bazan o kadar galip gelir ki, ben bu tabağa "bakır değildir" diyebilirim, demiş.
Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş.
Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikatı anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim adamlarından olmuştur.
Hatta o kadar yükselmiş ki, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Edirne medreselerinden birine, hadis müderrisi olarak tayin edilmiş, bilahare, Fatih onu sarayına alarak maiyetinde bulundurmuştur.

Etem-Murat
27.01.2006, 19:19
Felsefenin sonu


Kadızade Hızır Bey'in oğlu olan ve sonradan üstün zekâsı ve son derece kaabiliyeti sayesinde büyük ilim adamlarından olan Sinan Paşa, gençlik çağlarında felsefeye çok önem verirmiş. Babası Hızır Bey her ne kadar oğlunu bu yoldan çevirmeye çalışmışsa da bir türlü başaramazmış. Hatta öyle olmuş ki, bir gün baba-oğul beraber yemek yerlerken yine münakaşaya başlamışlar. Baba oğlunun her şey hakkında şüphe etmesine çok sinirlenmiş.
Bir ara demiş ki:
-Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş.
-Doğru söylüyorsun baba! İnsanın hisleri bazan o kadar galip gelir ki, ben bu tabağa "bakır değildir" diyebilirim, demiş.
Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş.
Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikatı anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim adamlarından olmuştur.
Hatta o kadar yükselmiş ki, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Edirne medreselerinden birine, hadis müderrisi olarak tayin edilmiş, bilahare, Fatih onu sarayına alarak maiyetinde bulundurmuştur.
__________________
cok güzel olmuş ellerine saglık

Arif Coşkun
27.01.2006, 19:30
Bunlardan ders çıkarmak gerek,paylaştğınız için tşk.ler

habib_58
01.02.2006, 10:12
şampiyon sivasspor.com

habib_58
01.02.2006, 10:13
şampiyon sivasspor üyeler tanışalım

Etem-Murat
01.02.2006, 10:16
şampiyon sivasspor üyeler tanışalım
tanışalım ben etem sivas merkez doğumluyum şu an izmirde yaşıyorum ya sen

Sweetgirl
02.02.2006, 18:03
Kişisel hassasiyetlerinden dolayı burnundan kıl aldırmayanlarımız hiç de az değildir. Ama şunu unutmamalıyız ki, ölçü Allah’ın veya Efendimiz’in (sas) bildirdiği bir ölçü olunca orada durmasını bilmeli ve hak karşısında irkilmeli ve kendimize gelmeliyiz. Bu konuda, “el-Vakkaf inde’l-Hak” yani “Hak karşısında dimdik duran” sıfatını hakkıyla kazanmış olan Hz. Ömer’den alacağımız dersler vardır.
Bir gün Hz. Ömer “Ben falan kişiye buğzediyorum.” dedi. Bunun üzerine o kişiye “Hz. Ömer sana niçin buğzediyor?” diye soruldu. O ise cevap vermedi. Bu adam daha sonra Hz. Ömer’in yanında bazı kimselerin bulunduğu bir sırada gelerek “Ey Ömer! Ben İslâm’a hıyânet mi ettim?” diye sordu. Hz. Ömer “Hayır!” dedi. Bu kez adam “Ben birisini mi öldürdüm?” diye sordu. Hz. Ömer de yine “Hayır!” cevabını verdi. Adam “Peki, ben hoşa gitmeyen bir olaya mı karıştım?” dedi. Hz. Ömer’in yine “Hayır!” demesi üzerine de “Öyleyse sen neden dolayı bana buğzediyorsun? Allah Teâlâ “Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey yapmadıkları halde eziyet verenler gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah iş*lemişlerdir.” (Ahzab/58) buyurduğu halde sen bana eziyet ettin. Allah seni yaptığın bu hareketten dolayı affetmesin!” dedi. Onun bu sözlerini dinleyen Hz. Ömer “Vallâhi bu kişi doğru söylüyor. O ne İslâm’a hiyânet etmiş ve ne de söylediği diğer işleri yapmıştır.” buyurdu ve sonra da kendisini affettirinceye ka*dar ona yalvarıp yakardı. (Hayatü’s-Sahabe, 9. bölüm, 39. Fasıl)

efo
07.02.2006, 13:30
kıroluğun bu kadarıda olmaz arkadaşlar yaff... biraz görgü lütfen..;)

efo
07.02.2006, 13:32
habip kardeşide bu konuda tek geçerim... iflah olunmaz bi kıro... yakışmıyo arkadaşlar burda bööle şeyler... o resim ekrandayken sen kimle kimle tanışabilirsinki;)

NAUGHTYBOY58
07.02.2006, 14:49
Asırlardır birbirlerine kırgın olan güzellik ve çirkinlik birgün artık barışmaya karar verirler. Çirkinlik güzelliğe der ki "EY GÜZELLİK BİZ SENİNLE YILLAR YILI KAVGA ETTİK BUNA ARTIK SON VERELİM VE BARIŞALIM"..İyi kalpli güzellik ise buna hayır diyemez ve kabul eder. Günler birbirini kovalar ve çirkinlik güzelliği denize, yüzmeye davet eder güzellikte onu kıramaz ve giderler. Güzellik ve çirkinlik giysilerini çıkartır ve yüzmeye başlarlar. Tabii çirkinlik yine bir kötülük yapacak ya, denizden çıkar ve güzelliğin giysilerini giyer, kendi giysilerini bırakır ve ordan hızla uzaklaşır. Güzellik de belli bir süre sonra denizden çıkar ve bir bakar ki giysileri çalınmış ve sadece giyebileceği çirkinliğin giysileri kalmış. Ve de güzellik çirkinliğin giysilerini giyer ve oradan uzaklaşır. Uzun lafın kısası; işte o günden beri insanoğlu güzellikle çirkinliği herzaman birbirine karıştırır olmuştur. Fakat gönül gözleri açık olanlar her güzelliğin içindeki çirkinliği ve her çirkinliğin içindeki güzelliği görür...

NAUGHTYBOY58
07.02.2006, 14:52
BIRAKIPTA GİDENE
Burnu bir karış havada, gözü yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde.
Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim.
Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım.
Ne tebessümdü o, zehirden beter.
Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu.
Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah gecelerden.
Pişmanlıktan kendime lanetler eder,
Sevgimi söylediğim günü düşündükçe,
Kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
Derdim ki; alın yazımdı, onbeşimin çocuksu aşkıydı.
Nasıl da gülerdi canı istedi mi...
En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir,
Ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi.
Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan.
Ah bilirdi o insafsız, diri diri yanardım o böyle yaptıkça...
Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda; onda ne bulduğumu bugün bile bilemem.
Ama o günlerde hayatımın amacı, varolma gibi gelirdi bana.
Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu kölesiye bağlanış,
İçten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış?
Kimbilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi...
Ondan hiçbir şey istememiştim.
Sadece sevgi...
Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa kucağımda resimler, hatıralarla.
Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde.
Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce.
Bu onun "ölüm yıldönümü"dür.
17'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan.
Bir melodidir kırık, umutsuz...
Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı.
Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda.
Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu.
Benim kadar çaresizdi her köşe.
Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına;
"Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin...
Dileğince nefret et, alay et duygularımla ..
Kızmam sana ...
Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka.
Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun.
Herşeyini özledim...
Allahım son defa göreyim yeter bana"
Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü...
ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar.
Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm.
Sonra, ona ait birşeyler bulmak için aradım her köşeyi...
Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş.
Yazı, onun yazısı.
Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına...
Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi.
Korkakça, kaybolmasından korkarak,
Acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle...
Hele hele o ilk satırı...
Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım.
"İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ !!!..."

NAUGHTYBOY58
07.02.2006, 14:54
Aşkın Dili
Hep "aşkın dili olsa da konuşsa" deriz.
İşte bir gün aşk konuşmaya başlamış ve demiş ki:
Ey insanlık hep peşimden koştunuz, bana ulaşmaya çalıştınız. Aslında bana ulaştınız ama hiç fark etmediniz. Benim için ağladığınız zaman bile size hep yalan, belki de şaka gibi geldim. Bana hep yakıştırmalar yaptınız. Size bir hikaye anlatayım. Bir gün küçük bir köpek kuyruğunu yakalamak için hep kendi etrafında dönüp duruyormuş ve büyük köpek dayanamayıp
“ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sormuş.
Yavru köpek de,
“bana ancak kuyruğumu yakaladığım zaman mutluluğa ulaşacağımı söylediler. Ben de onun için uğraşıyorum” diye cevap vermiş.
Büyük köpek gülmüş ve
“ben de küçükken senin gibiydim. Hep kendi etrafımda döner, kuyruğumu yakalamaya çalışırdım ama bir gün durdum, düşündüm ve yürümeye karar verdim işte o zaman anladım ki zaten o benim peşimden geliyordu.”
İşte şimdi anladınız mı? Aşk; bir köpeğin kuyruğu gibidir ki ona ulaşmak için peşinden koşmanız gerekmez, o zaten her hareketinizde arkanızdan gelir

NAUGHTYBOY58
07.02.2006, 14:57
Asırlardır birbirlerine kırgın olan güzellik ve çirkinlik birgün artık barışmaya karar verirler. Çirkinlik güzelliğe der ki "EY GÜZELLİK BİZ SENİNLE YILLAR YILI KAVGA ETTİK BUNA ARTIK SON VERELİM VE BARIŞALIM"..İyi kalpli güzellik ise buna hayır diyemez ve kabul eder. Günler birbirini kovalar ve çirkinlik güzelliği denize, yüzmeye davet eder güzellikte onu kıramaz ve giderler. Güzellik ve çirkinlik giysilerini çıkartır ve yüzmeye başlarlar. Tabii çirkinlik yine bir kötülük yapacak ya, denizden çıkar ve güzelliğin giysilerini giyer, kendi giysilerini bırakır ve ordan hızla uzaklaşır. Güzellik de belli bir süre sonra denizden çıkar ve bir bakar ki giysileri çalınmış ve sadece giyebileceği çirkinliğin giysileri kalmış. Ve de güzellik çirkinliğin giysilerini giyer ve oradan uzaklaşır. Uzun lafın kısası; işte o günden beri insanoğlu güzellikle çirkinliği herzaman birbirine karıştırır olmuştur. Fakat gönül gözleri açık olanlar her güzelliğin içindeki çirkinliği ve her çirkinliğin içindeki güzelliği görür...

AYŞENUR1987_58
07.02.2006, 17:53
hepsı süper hemşolarrrrrrr elinize saglıkkk

karacaören34-58
07.02.2006, 18:31
GÜZEL DE OLSA YİNEDE İSMİ ÜZERİNDE Hİ KA YE YANİ BOŞ BENİM GÖRÜŞÜM:)

alimuharrem58
07.02.2006, 19:25
COK IYI OLMUS HIKAYELER

dogukan58
07.02.2006, 20:08
KARŞILIKSIZ SEVGİ

Susuz kaldım çöllerde,
Bir yudum su bulamadım.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Dayanılmaz acım oldun,
Yaz günümde kışım oldun.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Kuşlar gibi uçup gittin,
Ellerimden kaçıp gittin,
Bu kalbimi çalıp gittin.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Sıcaklarda esen yelsin,
Tek mutluluğum sensin,
Bırak bu Mecnun da gülsün.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.

Gözlerimden akan yaşlar,
Artık ölüm çağırmaya başlar,
Yokluğunda çatık kaşlar.
Sevdim seni gülçiçeğim,
Bir karşılık alamadım.


Beni böyle bırakıp gittin ya, pes derim artık sana,
Yazık oldu sevdiceğim sevdamıza,
MECNUN’dan selam olsun gittiğin yerlere,
Benden başka nasip olmayasın ellere!..........
ilginç bi HİKAYE ...............heehh http://www.alperence.org/site/modules/Forums/images/avatars/gallery/mhp.jpg

dogukan58
07.02.2006, 20:09
sivaslady hikayeler guzeldi paylasımın için sağol

CÜSSKB-Aynur
09.02.2006, 13:40
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM !
Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu.

- Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?

"Delirdin mi? der gibi baktı teğmen.

- Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma

Asker ısrar etti. Teğmen:

- Peki... Git o zaman ...

İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan askere döndü:

- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş dedi teğmen.

"Değdi teğmenim" dedi asker.

- Nasıl değdi?" dedi teğmen.

- Bu adam ölmüş görmüyor musun?

- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı teğmene:

"Geleceğini biliyordum !.." demişti arkadaşı... "Geleceğini biliyordum !..."

CÜSSKB-Aynur
09.02.2006, 13:49
İNSANI DÜZELTMEK
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düsündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.

Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi. Sonra düsündü; oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu.

Çocuk şöyle cevap verdi :

- Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.

Etem-Murat
10.02.2006, 18:43
ADIM ŞEYMANUR SİZE HİKAYE ANLATMAK İSTİYORUM.HİKAYENİN ADI KIRMİZİ BAŞLIKLİ KIZ BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ.ANNESİ KIRMIZI BAŞLIKLI KIZA İLAÇ VE KURABIYE VERMİŞ

erhan5834
10.02.2006, 18:54
Şeytan'ın Hilesi
Şeytan, şeytanlığını yapabilmek için, insanların zihnine girebilmek için kendine bir yol arar ve bulur. Allah'tan sakınan, gece gündüz ibadet eden birçok kimse vardı. Onlar Allah'ı Allah'da onları sever, dualarını geri çevirmezdi. Allah'ın bu sevdiği kullarını insanlarda sever ve sayardı. Şeytan bu durumu değerlendirmeyi düşündü.

Bu Allah dostları, halk tecelli edip vefat edince, Şeytan halkın içine girer ve onlara her fırsatta onları hatırlatmaya başlar.
- Şunu, şunu nasıl bilirdiniz?
- Allah Allah. Sorduğun soruya bak. Nasıl bileceğiz? Onalr Allah'a çok bağlıydılar. Duaları geri çevrilmezdi.
- Onlara ne kadar üzülüyorsunuz?
- Çok çok.. Tarifi mümkün değil.
- Öyleyse onları görmek isterdiniz değil mi?
- Hemde nasıl!
- Niçin onlara hergün bakmıyorsunuz?
- Ne demek istiyorsun? Hiç mümkün olabilir mi? Onlar vefat ettiler, aramızdan ayrıldılar.
- Siz de onların resimlerine bakın!

Şeytan'ın bu sözleri halkın beğenisini toplar. Bunun üzerine o salih inmsanların resimlerini yaparlar ve hergün o resimlere bakmaya başlarlar böylece ayrılık özlemlerini giderirler. Zamanla resimlerden heykellere geçerler. Bunları evlerine ve mabetlerine kadar her yere koyarlar.

Resim ve heykelleri ilk yapan bu insanlar Allah'a ibadet ediyorlar. O'na ortak koşmuyorlardı. Bu heykellerin taştan yapıldığını, yarar ve zararı olmadığını biliyorlar, ancak gene de saygı gösteriyorlardı. Gittikçe heykeller çoğaldı. Heykellerin çoğalmasıyla saygıda çoğaldı. Heykellere saygı ve bağlılık gösterisinde bulunmak moda oldu. Öyle olduki, salih bir kimse vefat edince, hemen heykelini yapmak bir görev haline geldi.

Nesiller geldi nesiller gitti. Çocuklar torunlar babalarının ve dedelerinin heykellere tavırların görmüş, onların önünde başlarını eğdiklerini, saygı duruşunda bulunduklarını görmüşlerdi. Boynuz kulağı geçer misali, çocuklar saygıda babalarınıda geçtiler, secde etmeye, ihtiyaçlarını heykellerden istemeye başladılar. Bu arada heykeller için kurban kesmelerde başlamıştı.

Sonunda heykeller putlaştı. İnsanların ihtiyaçlarını gideren tanrılar olarak kabul görmeye başladı. İbadet artık onlaraydı. Şeytan'ın tuzağına düşülmüştü.

erhan5834
10.02.2006, 19:01
Nalıncı Baba Hazretleri
Adsız şansız bir Allah dostu
Murat Han (III. Murat) o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşaallah.
- Hayır mı, şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri ve kararlı adımlarla Beyazıd'a çıkar, döner Vefa'ya. Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarlarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatli bakınır. İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar 'Kimdir bu?' Ahali 'Aman hocam hiç bulaşma' derler, 'ayyaşın meyhur'un biri işte!'
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade ette bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.

ÖFKELİ KOMŞULAR

Bir başkası tafsilata girer. 'Biliyor musunuz?' der, 'Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır, nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine' Hele yaşlının biri çok öfkelidir. 'İsterseniz komşulara sorun' der, 'Sorun bakalım, onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu?' Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam Vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser.
- Nereye?
- Bilmem. Bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz. Öyle veya böyle tebamızdır. Defnini tamamlasak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz. Rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim. Nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasılhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz. Vefat eden sen olaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim Ayasofya'dan, Süleymaniye'den. En azından Fatih Camii'nden.
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Haydi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.
Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır 'Sultanım' der, 'yanlış yapıyoruz galiba'
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya, Kimbilir hanımı vardı belki, belki de yetimleri?
- Doğru. Öyle ya. Neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

'BİZİM EFENDİ BİR ALEMDİ'

Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir. 'Hakkını helal et evladım' der, 'Belli ki çok yorulmuşsun.' Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, belki hatıralara dalar. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. 'Biliyor musun oğlum?' diye dertli dertli söylenir, 'Bizim efendi bir âlemdi vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.'
- Niye?
- Ümmet-i Muhammed içmesin diye.
- Hayret.

BAK ŞU İŞE!

Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi. 'Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım' derdi. 'öyleyse şimdi dinleseniz gerek' O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum.
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. 'Öyle bir imamın arkasında durmalı ki' derdi, 'tekbir alırken Kabe'yi görmeli.'
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi.
- İşte bu yüzden Nişanca'ya, Sofular'a uzanırdı ya. Hatta bir gün 'Bakasın Efendi!' dedim,
'Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada'.
- Doğru öyle ya?
- 'Kimseye zahmetim olmasın!' deyip mezarını kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. 'İş mezarla bitiyor mu?' dedim. 'Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra 'Allah büyüktür hatun' dedi, 'Hem padişahın işi ne?'

MEVZUYU MU DAĞITTIK

Şimdi 'İyi de' diyeceksiniz, 'yazı dizisiyle bunun ilgisi ne?' Öyle ya bugüne kadar hep gölgesine sultanların sığındığı müderrislerden, şeyhülislâmlardan bahsetmeye çalıştık. Ama Allahü teâlânın öyle kulları da vardır ki, halk onları bilemez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değildirler. Hulûs-u kalp ile boyun büker ümmet-i Muhammed'e, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşıyla yapılan dua, binlerle topun yapamadığını yapar, kralları yıkar, kaleleri paralar.

İşte Nalıncı Baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı, Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı'nda, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Haraçzade Camii karşısındadır.

Kaynak:
Huzura Doğru

CÜSSKB-Aynur
06.03.2006, 16:04
Tamirci ve Mehmet Öz

Dunyanin en unlu kalp doktoru Mehmet Öz'ün arabasi bozulmus,
arabasini tamire goturmus.
Tamirci arabasinin kaputunu acmis ve Mehmet Öz'e donerek:
Size bir sey soracagim.Nerede ise ben ve siz ayni isleri yapiyoruz.
Mesela ben simdi itina ile kaputu acacagim bir bakista problemin
nerede oldugunu anlayacagim, kapakciklari temizleyecegim, gerekirse
kablolari, motor yagini degistirecegim, hatta cok gerekli ise motoru
cikarip yerine yenisini takacagim. Soylesenize nasil oluyorda siz
milyon dolarlar kazaniyorsunuz ama ben metelige kursun atiyorum?
Bunu uzerine Mehmet Öz tamircinin kulagina egilmis ve soyle demis:
Bunlarin hepsini motor calisiyorken yapmayi denesene !!!

NAUGHTYBOY58
06.03.2006, 16:33
arkadaşlar ellerinize sağlık çok güzeller...

AYŞENUR1987_58
06.03.2006, 16:44
hemşolarım elınıze saglık süper olmusssssssssss