Tekil Mesaj Gösterimi
--->: BİR DEMET ŞİİR...
Alt 23.10.2007, 14:50   #1526
EyüphanAydın
Usta Yiğido
 
EyüphanAydın - Ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik Tarihi: 10.08.2007
Mesajlar: 6.006
Thanks: 3.350
1.269 Mesajına 946 Kez Teşekkür Edildi.
Tecrübe Puanı: 1305 EyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yokEyüphanAydın Fazla söze gerek yok
Reden --->: BİR DEMET ŞİİR...

Hoşcakal Yarın ”

İki serçe gelip kondu, tel örgünün öte yanına
Benim dışarı çıkmam, onların içeri girmesi yasak...
Yayan yapıldak düşmüşüm yollara
Dayamışım hançeri fakirliğin bağrına...
Göçer derler bize, göçer...
Yerimiz yurdumuz,
Evimiz barkımız,
Ve babamız yoktu...
İçerdeymiş o da en içerilerde.

Hala yayla kokusu var annemin avuçlarında
Yürürken Kızılırmak kıyılarında yani göçerken
Yasak türküler okurduk gecenin ıssızlığına doğru...
Kamyonlar gelir geçerdi
Korkardım kamyon sesinden
Çocuktum daha sarılırdım anneme...

Gündüzleri uyurduk.
Sorardım anneme güneş nasıl bir şey
Yol uzun yürüyelim derdi yol uzun...

Yine eskisi gibi gündüzleri uyuyor,
Geceleri yürüyorum...
Kızılırmak kıyılarında değilim belki,
Memleketimde değilim.
Ama yürüyorum kesik voltalarda...

İki serçe gelip kondu.
Tel örgünün öte yanına,
Benim dışarı çıkmam,
Onların içeri girmesi yasak...

Artık göçer değilim.
Yerim var yurdum var...
Ranzam, sigaram ve umutlarım var...
Camlarda siyah beyaz bir film
“Hoşcakal yarın”...

Orhan Karahan




Adamsızlık

Zamansız bir eylüldü,
Ellerimizi ayıran zamandan.
Sen miydin o
Gökyüzünü yırtarak gözlerime tırmanan!
Yoksa yalnızlığım mı?
Deniz tozu kaçmış gözüme,
İflah olmam gayrı.
Adam da...






Afrika Gülü

Biliyor musun?
Şu ayağına değen yıldız var ya
Az önce düştü elimden,
Solan bu gül.
Aslında ömrümün coğrafyasında,
İlkokul sevinçli bir çocuğun, Afrika gülü...
Gölgemi çıkarıyorum dağların arkasından
Umudu bırakıyorum orda,
Evet yağmur yağıyor, öfkeli, kırgın.
Öykülerimizi anlattığımız cüzzamlı hastalar,
Ve yazmayı unutan trahomlu şairler zamanı...
Yaşam ve ölüm çapraz duruşta, seç birini!
Gölgemin gölgesinin iç cebine sığınan şey,
Biraz yaramaz, birazda ölü bir çocuk.
Gözleri yeşil, elleri biraz uzunca
Omzundaki parka yüzyıllık.
Savaşmaktan yorulmuş umutlarıyla... çocuk!
Kaçıncı ölüyü defnettiğini kendi bile unutmuş.
Gül kokulu türküleri susturun,
Sazlar yakışmıyor artık ozanların ellerine.
Bir ıslık vaktiydi güneşi çaldıklarında,
Ben sonbahardım, sen yağmur...
Aklımda kalan gülüşüne karlar düşmeyecek,
Ve ellerimi alıp gitmeyeceksin değil mi?
Gün kızılırmağa battığı zaman,
Seni alıp gideceğim bu şehirden...

Orhan Karahan





Ağrıyorum

Ayrılığın doğumu yaklaştıkça,
Ağrıyorum dost...
Birer birer savrulup gidiyoruz,
Lacivert gökyüzünde.
Biz bize bırakılan sevdaların
Bekçisi kalacağız...
Zaman gebe, saatler sancır ayrılığa
Ağrıyorum dost,
Ayrılığın doğumu yaklaştıkça
Ağrıyorum...

Orhan Karahan



Ağrıyorum

Ayrılığın doğumu yaklaştıkça,
Ağrıyorum dost...
Birer birer savrulup gidiyoruz,
Lacivert gökyüzünde.
Biz bize bırakılan sevdaların
Bekçisi kalacağız...
Zaman gebe, saatler sancır ayrılığa
Ağrıyorum dost,
Ayrılığın doğumu yaklaştıkça
Ağrıyorum...

Orhan Karahan



Akşamlarımda

Yağmurlu bir İstanbul akşamı,
Flu bir resim saklı sokak lambalarında.
Akıp giden yıldızlar pusuya durmuş.
Gözlerimi beklerler...
Sızlayan bir eylül akşamı, gökyüzünde dağılıp giden.
Kayboldu bu kent gecede,
Islak bir sonbaharın parmaklarında kayboldu bu kent.
Zeytin karası bir umut bizimkisi,
Işığın ortasında ışığı aramak gibi bir şey...
Yağmurlu bir İstanbul akşamı,
Yüreğimin arka sokaklarında gezinir,
Elleri ceplerinde bir adam...

Orhan Karahan



Anlamıyorsun

aynalarda şair eskisi bir yüz
gülüşlerimde sisler var
bu kenti doğduğum bu kenti
gökyüzünü seninle paylaştığım
sokaklarında bilye oynadığım
birden bire büyüdüğüm bu kenti
caddeleri marketleri
sinemaları ve tiyatro salonlarını
ve yağmuru sevmiyorum artık
nisan sabahlarında elini tuttuğum
o çok sevdiğim yağmuru
ve sana yazmayacağım şiirlerimi
saçlarına gözlerine yazmayacağım
hep böyle yarım kalmasın diye umutlarım
aynalarda şair eskisi bir yüz
gülüşlerimde sisler kaldı
ve direnmek
emeğe karşı savaşanlara
bildiriler yapıştırmak duvarlara
yasal olmayan
direnmek sana bana bu kente direnmek
bu kenti sevmiyorum artık nisanı hiç
öfkemi duysan
rüyalarında eski bir yüzle korkarsın
sokaklara çıkıp ağlarsın
bukenti
aynalarındaeskibirşairyüzükala n
bukenti
caddelerindeakşamlarolmayan
bukentivegökyüzünü
sevmiyorumartıkanlıyormusun
anlamıyorsun

Orhan Karahan






Anne

geldim işte.
hani gelmez diyordun ya ardımdan,
hani gidince, elini göğsüne bastırıp ağlamıştın ya,
geldim işte geldim anne!
aç kapıyı bütün kapıları,
üşüdüm yorgunum,
ve yaralandım...
şimdi firariyim, sevgilerden kaçıyorum...

ah anne ne kolaydı bırakıp gitmek,
ne kolaydı ne kolay,
geçmişi bırakıp gelmek.
hani okşardın saçlarımı dizine uzanınca,
hani iki damla akıp gelirdi gözlerinden,
yüreğime en derine...

ben hiç masal bilmem ki.
niye söylediğin masalları unuttum anne,
yoksa hiç masal anlatmadın mı bana,
hani çocuktum anne…
oysa şimdi kocaman adam,
kocaman insan, memleketim kadar.
yüzümü okşardın,
yüzüm gülerdi...
şimdi biraz sakalım uzun,
gülmeyi beceremeyen yüzüm saklı,
derin çizgiler,
kederler,
acılar, saklı...

ben hiç ağlamazdım ya,
şimdi kapındayım, ağlıyorum.
ve üşüyorum anne,
temmuz sıcağında üşüyorum...
geldim anne oğlun geldi...
hayırsızın geldi bırakıp gidenin geldi.
saçlarımda aklarla,
yasak bıyıklarım ve sakalımla,
omzumda bin yıllık sevdalarla,
geldim anne ben geldim...

bahçemizde akasya ağacı vardı,
dalları sarkardı pencerelerden içeri.
birkaç minik hayvancığımız,
birde bizim kadar küçük,
gönlümüz kadar büyük evimiz.
kimler çaldı anne, kimler aldı...
bir çeşmemiz vardı kızardın,
oğlum terli terli su içme hasta olursun!
o çeşme aksaydı da hasta olsaydım anne.
al anne,
kapıdan içeri al.
odadan içeri,
gönlünden içeri,
senden içeri...
ben geldim... üşüyorum!

gidenler gelir mi derdin,
biraz geç olsa da,
gidenler geldiklerinde,
geldikleri olmasa da geldim anne...
hani pek severdin karanfilleri,
birde yaz yağmurunu birde yıldızları,
birde oğlunu...
geldim anne,
yağmurla beraber,
yıldızlarla beraber,
oğlun geldi anne...

hani uzanacaktım dizlerine,
hani ellerin okşayacaktı saçlarımı,
hani gülecekti gözlerimiz.
affet beni anne,
biraz geç oldu belki ama geldim,
geldim anne hemen yanındayım,
babam da yanımızda.
başını kaldırsana, dokunsana, baksana...
yıldızlar var,
yağmur var,
oğlun var...
birde dostların bıraktığı karanfiller...

geldim anne.
gitmemek üzere dönmemek üzere,
geldim anne...
bırakma beni...

1998

Orhan Karahan


ATİLLA İLHAAN;A
Duvar’dı, orta yerimizden bölen bizi,
Sisler Bulvarı, dağılmıştı gecenin kollarında.
Yağmur Kaçağı, yağmura kaçmıştı bu defa.
Ve Ben Sana Mecburum, sona mecbur olmam gibi.
Bela Çiçeği, saksılardan balkona inen.
Yasak Sevişmek, konuşmak gibi, ölmek gibi. Yasak...
Tutuklunun Günlüğü’dür, raflarımda tozlanan.
Böyle Bir Sevmek, hiç olmadı.
Elde Var Hüzün, sen çıktın, ben bölündüm.
Korkunun Krallığı, saraylarda hüküm süren.
Ayrılık Sevdaya Dahil, hayata hariç.
Kimi Sevsem Sensin, on ikiye bölünmüş şiir gibi...

Orhan Karahan



Baba Nasihati

Duvarlar yanıyor burada yavrum
Bir dostu kaybetmenin acısı
Oturmuş yüreğimin en ıssız yerine...
Sıkı tut yavrum annenin ellerinden
Sende kaybolmayasın bu çıkmazda...
Yıldızlar kayıp geliyor şimdi avuçlarıma
Yumuk yumuk ellerin yok
Avuçlarım yanıyor...
Kayıp gidiyor denize doğru yıldızlar!

Issız bir limandayım
Bütün gemiler demir almış sürgüne
Bakma ardım sıra öyle bana
Babanı camlarda hatırla!
Akşam yolunu gözlerken...
Babanı ekmek alırken hatırla!
Yediğin her lokma helal kazançta...
Babanı kavgasıyla hatırla!
Aynı kavgaya baş koyasın...

Issız bir limandayım
Bütün gemiler demir almış sürgüne...
İkinci kaptan güvertede
Ateşçiler, tayfalar, miçolar
Ufakta olsa bir ses beklemekte...
- en uzak yıldıza!
- en uzak yıldıza!
- en uzak yıldıza yelkenler fora...
En son sürgün gemisi bu giden...

Sıkı tut yavrum anneni, bırakma
Baban bıraktı sen bırakma...
Annendir
Gülmedi yüzü yavrum
O yaralarını kanıyla yıkayıp
Duru bir ışık yaktı umuduna
Umutlarına...
Sen güldür onu, baban yapamadı...

Issız bir limandayım,
Duvarlar yanıyor sırtımı verdiğim...
Afişleri indiriyor gece bekçileri
Ve bir dostu kaybetmenin acısı
Yüreğimin en ıssız yerinde...
Parmaklarımı yakıyor yıldızlar
Tutamıyorum...
Ve bütün öksüz sevmelerimi büyütüyorum
Şimdi o var senin yerinde yavrum...
Bir anne şefkati yok belki ellerimde
Ama yinede seviyorum!
Sürgünde olsam
Yüzyıllık sürgününde de...
Yinede seviyorum hiç bilmediğin kadar...

Tayfalar güvertede miçolarla beraber
Bu sağır eden gürültü ne acaba
Baştan ayağa yalnızlık var gecelerde
Baştan ayağa korkular...

Sıkı tut yavrum annenin ellerini korkmasın
Başın dimdik olmalı yavrum...
Baban örneğin
Annen yoldaşın olsun...
Hadi yavrum tut bırakma
Babanın gece saçlısının
Kara gözlü yasak sevdasının ellerini.
Ona umut ol!
Yaşam ol!
Yoldaş ol...

Orhan Karahan






Bekle – 1 –

Esmer bir yağmura tutuldu gözlerim, iskelelerde.
Sarışın bir sonbaharın peşinden terk ettim o şehri...
Sürgündeyim şimdi, sürgünündeyim.
Ve sen orda kalan,
Dost selamlarında arıyor musun yine ellerimi,
Yıldızlara çarpıp duracak sesim bilesin.
Gölgeler firar etti iç cebimden, şiirler sustu
Yüzüne küskün gülleri özlüyorum, sen yoksun
Serin bir İstanbul sabahına açtım koynumu
Ve bir türkü bulsam, seni hatırlatmayan.
Çekip gideceğim...
Yağmurları biriktir dünden sonra, benden sonra...
Elimde kalan son öykü, ölü bir ozanın öyküsü,
Gözlerini gökyüzünde yitirmiş bir ozanın...
Gitme, bende kaldı üşüyen güller,
Gitme, ikiye böldüm zamanı, bir kıyısında sen,
Diğerinde, İstanbul...
Ve sen orda kalan,
Bekle beni, o yıldız orda kaldıkça, bekle.
Bekle...

Orhan Karahan





Bekle – 2 –

Sürgünde ölen bir ozandan kalan üç mısraydı,
Şairin yağmurlu ceplerinden dökülenler.
“İstanbul’da değilim ki anne,
İstanbul saramaz ki kollarımı,
İstanbul alamaz ki beni...”
Tek kişilik bir acıyı paylaşır kendisiyle
Sürgündeki...
Soylu, gururlu ve öfkeli bir acı...
Aklımı bıraktım gece saçlarında,
Hüznümü yolladım martılarla,
Hep orda unuttum ne varsa bize ait
Sarışın bir ağıt kaldı bana,
Esmer bir gecenin sonunda...
“İstanbul’da değilim ki anne,
İstanbul saramaz ki kollarımı,
İstanbul alamaz ki beni...”
Şairin yağmurlu ceplerinden döküldü
Sürgünde ölen bir ozandan kalma üç mısra...
Ve sen orda kalan,
Bekle beni, o yıldız orda kaldıkça, bekle.
Bekle...

Orhan Karahan


Beni Bir Kere Vurdular

Beni bir kere vurdular
Soğuktu, çıkmaz sokaktı,
Tedirgindi sokak lambaları.
Yalnızdım, gözlüklerim sende kalmıştı.
Siyasi yazmıyordu kimliğimde daha.

Beni bir kere vurdular,
Cam kırığı gibi dağıldım, paramparça
Eylülü tanımıştım yeni,
Kara gözlü kızım benim Eylülüm.

Beni bir kere vurdular,
Sana açık kaldı kollarım,
Yakamdan söküp aldılar gülü,
Ceketimde parmak izleri.
Gözlerim gökyüzünde çakılıydı.
Ceplerimde yıldız tozları...

Beni bir kere vurdular,
Hiç ağlamadım
Dört kişiydi, karanlıktı, yağmurdu.
Kırmızı çamurdu pantolonuma sıçrayan.
Hazırlıklıydım.
Ne varsa sana ait dünde bırakmıştım.

Beni bir kere vurdular,
Soğuktu, çıkmaz sokaktı,
Kollarım sana açık kaldı.
Sen bahara açık...

Beni bir kere vurdular,
Yedi adım kalmıştı istasyona,
Başımı tren camlarına vurup,
Eylülü getirecektim gözlerime.
Son istasyonda inip,
Dört adımda sana koşacaktım,
İnan bu suç benim değil...

Beni bir kere vurdular, yalnızdım...

Orhan Karahan

Bizim Türkümüz

hangi türküyle vurdun beni?
niye ardımızda gölgemiz kaldı?
rüzgarla rüzgarsız giderken...
hangi türkünün nakaratı
şakağımızda duruyor!

zamanımıydı,
o türküyü zamansız duymanın.
o yangına yelken açmanın.
zamanımıydı o yağmurda boğulmanın...

oysa ne türküler söyleyecektik,
yıldızı olmayan gecelerde,
bütün yasaklara rağmen!

hatırlayamadım hangi türküydü
gölgemi bırakıp giderken
sorgusuzca şakağıma dayadığın...

1998





Bizim Türkümüz

hangi türküyle vurdun beni?
niye ardımızda gölgemiz kaldı?
rüzgarla rüzgarsız giderken...
hangi türkünün nakaratı
şakağımızda duruyor!

zamanımıydı,
o türküyü zamansız duymanın.
o yangına yelken açmanın.
zamanımıydı o yağmurda boğulmanın...

oysa ne türküler söyleyecektik,
yıldızı olmayan gecelerde,
bütün yasaklara rağmen!

hatırlayamadım hangi türküydü
gölgemi bırakıp giderken
sorgusuzca şakağıma dayadığın...


Çok Gözlüklü

Gözlüklü kız, yüzü bana dönük olan,
Şu. Karşımda oturuyor, bir sigara yakıyor.
Uzatıp dudaklarını, izmaritini öpüyor.
Gözleri nemli, 15 – 16 yaşlarında,
Sanki fırtınaya kaptırmış.
Gözlüklü üstelik...

Bıraksam yağmur çalacaktı, ceplerimden.
Bırakmadım...
Yeni ayrılmış sarhoşluğundan.
Sigarasında nefesim kokuyor,
Nefes nefese...
Duman dağıtıp duruyor avuçlarında,
Kirpiklerinde iki dilim güneş saklı...

Kalktı masadan, paltosunu giyindi.
Jilet gibi bir bakış fırlatıp
Sokaklara karıştı...
Tramvay durağında çarptı, akşam akşam.
Kısa saçlı, gözlüklü kız.
Yine sigara içiyordu, yalnızdım.
Parmaklarının arasında kaldım, sigarasının arasında...

Orhan Karahan



Eskiyen

Eski bir şair girdi şehirden içeri,
Fena ıslak, sanki Sivas.
Yeşil gözleri mavi bir dostu arar
Çıkmaz bir sokağın sonunda durdu.

Eski bir şair girdi, şehirden içeri
Kent büyüdü, çocuklarda büyümüştü
Umutlar aynıydı, yıldızlarda aynı
Kapıda çocuk parkı, pencerende çocuklar...

Eski bir şair girdi, şehirden içeri.
Camlarda korkuları, gözlerinde yağmur,
Ceplerinde yıldızlar, bavulunda gece.

Eski bir şair girdi, kalabalık.
Hiç yalnız olmamıştı, eski bir şair
Şehirden içeri girdi, bin yıl sonra
Yazdığı şiirleriyle....

Orhan Karahan



Ezberimdesin

Şiir çaldılar ezberimden,
Üst üste, üç gece üç gündüz.
Adımın yanında yazıyordu adın,
Bulamadılar...
Şiir çaldılar, vermedim adını...
Ezberimdeydin, unutmadım.

Kaçarken yakalanmıştım,
Pazartesi akşamıydı,
Adımlarımı sayıyordum, adınla beraber.
Tren çarşambaya sarkmıştı.
Garda sabahlayacaktım, kaç gün?
Yeni şiir katacaktım ezberime.
Pazartesi akşamıydı, alıp götürdüler...

Orhan Karahan



Eylül

Bıçak gibi girdi aramıza eylül
Yağmurlar yıkar şimdi kanayan yaralarımı
Yarım bir ağıttır, dağlayan akılımı
Ve bir intihar anatomisidir, kağıtlara yazılan.

Yaslanıp da uyuyacağım birazdan şiirime
Üç mısra sonra, ayıldığımda yani,
Bu zıkkımı içmeme yeminlerine sarılacağım
Eylülün böldüğü umutları saklarım,
Ve belki sen o eylülü hiç bilmezsin...

Orhan Karahan



Gittin

Yar
Vurdun
İkiye böldün geceyi
Söndü ışıklar zamansız
Gittin
Sokaklarımda gezinir Issız bir şehir
Bilir misin
Bilmezsin bilemezsin
Şimdi karlar yanıyor buzlanmış gecelerimde

Gittin...
Solgun bir düş kaldı, parmaklarımda,
Ağzımda paslı bir akşam.
Duvarlar geldi üstüme,
Aynalarda gözyaşı ve kan.
Gittin, yoksun şimdi...

İlle de sen, sen demeyeceğim.
Aşk düştüğü yeri yakar, düşlerimi.
Anladım ve ağlamadım...
Bu şiir sana yazılmıştı sona
İstedim ki gitmeyesin, bitmeyesin
İncinen bir dal gibi düşmeyesin

Yar
Vurdun.
İkiye böldün geceyi
Tıka basa doldurdum ceplerime, bu şehri
Ve her özlediğimde seni
Sol iç cebime gider elim

Yar
Gittin, şimdi yoksun,
SON OLSUN!

Orhan Karahan






Gül’ dü

Sonbahardı
Dündü
Bugündü
Eylüldü
Yağmurdu
Dindi
Geceydi
Yıldızdı
Yarındı
Gitti
Bitti
Sondu
Bendi
Güldü
Güzeldi
Yarımdı
Akşamdı
Yalnızdı
Kalmadı
Maviydi
Benimdi

Orhan Karahan



İstanbul’da

deniz ağlıyordu sığınmış vapurların gölgesine
akşam gelip çattı işte denizin üstüne
ve aynı yüzleri aynı umutları
kaçıncı kez ezberliyordu rıhtımın taşları bilinmez
aynı aceleyle diğer iskeleye koşacaktı vapurlar
ezberlenen diğer yüzleri almak için
martılar kanatlarını dolduran rüzgara aldırmadan
akşamı karşıladılar işte ama sen yoksun
hangi sandalda otururken kaybettin gözlerini
yada gerçekten ağladınmı marmarada

o ağlayan sendin değilmi bildim bak
kimliğimi kaybettiğimi bildiğim gibi bildim
o denizin ortasında
bağdaş kurup oturanında
sen olduğunu bildiğim gibi bildim
belkiler bile yitip gitti bu kentte belki
birazdan limandan ayrılıp gidecek işte o gemiler
ve sen gene onları ağlarken göreceksin
bakma öyle denize ürkütüyorsun
ürkek bir denizden daha korkunç ne olabilirki

unutmaya kıyamadığım birkaç anı durur gözlerimde
ve ağlayan denizmi yoksa benmiyim
hangi tepenin eteklerinde akşam çayımı içiyorum
hangi özlemlerin kıyısındayım bilmiyorum
yağmur bütün haşmetiyle vurmakta
arnavut kaldırımlı taş sokaklara
kediler sığınmış damlara öyle titremekte korkularıyla
sende titriyormusun şimdi korkup gece yarıları
yıldızlara bakarak gülüyormusun yine
güzeldi yalanlarıyla avut kendini şimdi
benden uzak o soğuk ve yağmurlu kentte
deniz ağlıyordu sığındığı vapurun gölgesinde
sanki birazdan koşarak inecekti sadri alışık
merdivenlerinden haydar paşa garının
belki bu iskelede çay içti
belkide aynı yerde durup izledik marmarayı
belki sende ordaydın

bu kentte ben varım şimdi sen yoksun
sen yoksun ve yok olmalısın bütün yalanların gibi
sarı saçlı rüzgarlar geçti üzerinden denizin
sarılsaydım üşürdü deniz üşüyorum gözlerinde
ve sığındığım sadece gölgen kalmış buralarda
bak işte seni ezberleyen rıhtımda denize küfrediyorum
deniz kokuyor umutlarım
siyah ve karanlık bir deniz hemde
özlemeyi özlemek adına yapılan bir eylemdi bu
imlası unutulan
ve eskimiş sözcüklerin sözdizimiydin sen benim usumda
ellerimde unuttuğun ellerin öyle kaldı
alkol duvarı aşılmış bir akşamda gelip durdu gözlerin gözlerime
çırılçıplak


ağlayan bir kent görmemiştim hiç
bak istanbul ağlıyor iskelelerde
aşk yitirilmiş bir iklimdi ikilemlerimde
hüzün varlığımın sebebi belkide
yağmur camlara vurmaya başladı parmak uçlarıyla
asfaltın kokusunu özledim
yağmurlu ve sokak lambalarının gölgesi düşmüş asfaltın

ve bir gül
her pazartesi aynı adrese yollanan
esmer bir çingene kızından alınmış bir gül belkide
gülsene şimdi güllere
aldırma gidenlerin türkülerine
türkü yaşamın kaynağı değilmi
her gidenin türküsü olduğu gibi gelenlerinde olacaktır
sana şimdi umutlarımı yazmak isterdim
ama olmadı bak yitirilen yarınların umutları olmazki
özlem duyulan akşamların yansıması var belkide
ne bu gece ölmek hikayesi nede aklıma gelmeyecektin
bir araba sesi camlardan içeri düştü
yağmurlu bir nisan akşamı
hoş geldin ama biraz geç geldin hoş geldin

ardı sıra düşerken kelimeler marmaraya
geçmişte kalan
ve ezberlenen istanbul akşamlarının
gülümsemesi kaldı anılarımda
ne zaman kaybettik biliyormusun
hani bir başka istanbul hikayesini yaşayamamıştık birlikte
boş ver öyle kasın hiç yaşanmamış

ve ankara ah ankara
korkularımı en dar sokaklarının bile iliklerinde hissettiği kent
senden korkuyorum
akşamlarından gökyüzünden sıhhiyeden kızılaydan
karanfil sokaktan yeni mahalleden korkuyorum
nasıl korkuyorsam istanbuldan senden de öyle korkuyorum

istanbul seni sevmek
yağmurlu esmer kadınları sevmekten daha beter
sen yitik iklimlerde kalan sevgili
temmuz güneşiyle birlikte
uzayıp giden rayların ışıltısını getir bana uzaklardan
onu da asalım köprüye gölgemin yanına
gemilere yol gösterir belki kimbilir

yalnızlığımız yalnızlığımız korkularımız işte

Orhan Karahan



BU ŞİİRLERİN HEPSİ http://www.antoloji.com/orhan_karahan sitesinden alınmıştir SİZDE GİRİN GÖRÜN

birde SAYIN SAİRİMİZDEN SİVAS ADINA BİR ŞİİR İSTİYORUM YAPARSA SEVİNİRİM













1998

Orhan Karahan
__________________
http://img.blogcu.com/uploads/erkans...0000266796.gif
Hayat böyledir dostum,
Geçer beklemekle,
Ümitlerin bittiği yerde
Abdest al ve sabahı bekle...
EyüphanAydın isimli Üye şimdilik offline Konumundadır   Alıntı ile Cevapla