Sesimi Duy AĞA'M
Züğürt Ağa filminin en dramatik sahnesidir bana göre, Ağa’nın eline mikrofonu alıp ‘Domatez-Domatez’ diye bağırmaya başlaması…
Modern zamanda bir Züğürt Ağa profili çizmek istiyorum… Ağamız filmdeki ağa tasvirinden daha vakar. Ticarette de terlikleri giyip çiğköfte satacak hale düşmeyecek kadar başarılı, ancak o kadar başarılı. Kamyon 10 yıl önceki kamyon fakat vergileri sigortası falan yatıyor borcu yok yani… Marabalar olarak bizlerde her sene ağanın çiğköfte işine düşmeyecek kadar domatez işinden kazanıp yağında kavrulmasından memnun ve mutluyuz.
Gençlerbirliği maçı öncesinde siteye bir göz atayım dedim ve Doğubey kardeşimizin SÜRMANŞET başlıklı yazısını okuyunca tarifi zor duygulara kapıldım. Senenin sonunda Okan Buruk’la yollar ayrılacak, yeni stadla birlikte Bülent Uygun’la yeni bir heyecan yakalanacak. Başkan domatez kamyonunun üstüne, daha öncede yanında gördüğümüz Bülent Uygun’u getirerek biz heyecanını kaybetmiş Marabaları yeniden heyecana getirecekmiş.
Problemin tespiti yanlış yapılınca çözüm adına atılan adımlarda doğru olmuyor maalesef…
Sağolsun Ağamız teknik direktör konusunda bizi hiç mahcup etmedi. Hep doğru adımlar attı. Bunu kinaye olarak yazmıyorum. Sergen Yalçın’da başarılı bir hamleydi, Roberto Carlos’ta Rıza Çalımbayda, öncekileride… Yani sorun hiçbir zaman teknik direktör değildi. Taraftar heyecanını yanlış teknik direktör konusunda kaybetmedi. O zaman heyecanı burda aramak yanlış.
Gözümüzün önündeki Etoo örneğine rağmen heyecanımızı kaybettiğimiz nokta, flaş transferlerde değil…
Peki nedir bu marabanın derdi…
Ağanın elinde her türlü imkan varken, artık ordan burdan domates alıp kamyonla domates satması bizi mutlu etmiyor. Bu ticaret şekliyle bu kadar olduğunu hepimiz gördük. Beklentimiz artık altyapıya yönelip yeni yetenekler bulunması ve muhafaza edilmesi.
Sergen gitmek üzere olduğu maçlardan birinde, sonrada oyuna Beykan’ı aldı. Ayağına gelen ilk veya ikinci toptu, hafif yönünü düzeltip kaleye doğru asıldı. Az farkla auta çıktı ama takımımızda bu tür şutlara alışık olmadığımızdan mı yoksa şutu çekenin 20 yaşında oluşundanmıdır nedir bilmem heyecan-ümit-sevinç arası bir duyguyla devamını bekledim. Hala da bekliyorum.
Bir müzik emekçisinin duvarında kocaman yazılarla okuduğumu hatırlıyorum. Yetenek diye birşey yoktur, çalışmak vardır, gibi birşeydi. Futbolda buna en güzel örneğimde Hakan Şükür’dür. Onu ilk tanıdığımda çalışa çalışa öğrendiği hava toplarını yere doğru vurma özelliğinden başka birşeyi olmayan, şut çekmeyi dahi bilmeyen çok koşan bir ortalama yurdum forvetiyken 10 sene sonra Leeds maçında iki kişiyi çalımlayıp gol atan bir adama dönüşmüştü. Beykan belki Cristiano Ronaldo’dan 10 santim kısadır ama oyun yapısı ile vücut yapısı ile anımsatmıyor değil. Beykan’a hatta ve aslında yeni Beykan’lar bulup onlara, gerek fizik gerekse mental olarak Ronaldo olma ufkunu Hakan Şükür olma ufkunu kazandırabilecek bir anlayış, bu garip Marabaları yeniden heyecana getirecektir.
Biz millet olarak günü yaşarız. Kapımızdaki savaşta bile ancak günübirlik siyasetler üretiyorken yazdıklarımın bu yazıyı okuyan kardeşlerimde bir etki bırakması ümidini taşımıyorum. Fakat Sivasspor olarak 10 sene boyunca altyapımızdan çıkan 1,5 bilemedin 2,5 adam ve 10 sene boyunca bonservisi ile satıp para kazandığımız 2 bilemedin 2,5 adam mevcut durumumuzun özetidir.
Ve maalesef kara bitti… 2.Ligde 10000 kişiye oynayan takımın en hayati maçlarını 4000 kişi izliyor. Rakamdaki düşüşü taraftara kızarak çözmeye çalışmak en basiti ve en korkakcası. Hafta sonları 4 Eylül’de kurduğun takımı görücüye çıkarıyorsun, bu kadar müşteri topluyorsun. (bu işi sevda haline getirmiş arkadaşlarımı müşteri kelimesinden ayrı tutuyorum) Müşteriyle kavga etmek yerine saha sunduğun ve sunamadıklarını düşünüp harekete geçme zamanıdır.
|